12 Aralık 2013 Perşembe

EHLİ KİTAP İLE HAKİKİ DİYALOG BU OLSA GEREK


 
 
EHLİ KİTAP İLE HAKİKİ DİYALOG BU OLSA GEREK

İMAM efendi ehli kitap ile münazara için patrik ve papazların olduğu tartışma ortamında ilk cümlesi şöyle olmuş:


“–Papa efendi, çoluk-çocuk nasıl?” demiş.


Papa , kibirle yüzünü ekşitmiş:


“–Hıristiyan din adamlarıyla münâzaraya geliyorsun da, daha papazların, papanın çoluk-çocuk edinmek gibi süflî (aşağılık) işlerle meşgul olmadığını bilmiyorsun öyle mi! Bu ne cehâlet!” ...
İmam gülmüş;


“–Bilmediğimden değil... Fakat;


Kendinize bile yakıştıramadığınız, süflî iğrenç bulduğunuz, eş ve evlât edinme vasfını Allâh’a isnad edişinizdeki tutarsızlığı size söyleteyim dedim.
 
 

11 Aralık 2013 Çarşamba

TESLİS İNANCI



TESLİS İNANCI
 


Teslis, Arapça kökenli bu sözcük (Ar. تَثْلِيثٌ; fakat dînî kavram olarak ثالُوثٌ kelimesi kullanılmaktadır.) Hristiyan inancındaki üçleme. Türkçede Teslis adının yanı sıra Üçleme veya Kutsal Üçlük olarak da çevirilir, üç ilahî varlığı içeren akideleri tanımlayan bir ifadedir. Farklı din ve mitolojilerde farklı kökenlere, özelliklere ve anlayışlara sâhip farklı teslisler bulunmakta ve bunların çoğunun kendi bütünlüklerinde özel isimleri vardır. Hint din ve mitolojisindeki 'Trimurti' gibi. Bugün Türkçede 'teslis' dendiğinde sıklıkla Hıristiyanlıktaki 'Teslis' akla gelse de, daha genel bir anlama sahiptir. Hıristiyanlık inancında Baba, Oğul (İsa) ve Kutsal Ruh (Ruh-ul Kuds)'dan meydana gelen Tanrı kavramıdır.
 
 

Teslislere şu an varlığını sürdüren inanç sistemlerinde rastlandığı gibi (örneğin Hinduizm ve Hıristiyanlık), bugün var olmayan antik dinî inanç ve mitolojilerde de rastlandığı olur. Teslislerin ortak bir geçmiş kültürü işaret ettiğine dair çeşitli hipotezler olsa da, bunların hiçbirisi kabul edilen bilimsel kuramlar değildir. Bununla birlikte arkeolojik ve tarihî bulgular komşu kültürlerde bulunan veya aynı topraklarda ardışık dönemlerde ikamet etmiş topluluklardaki teslislerin arasında bir benzerlik, etkileşim ve belki nedensel bağlantı olabileceğini düşündürmüştür.
 

Hristiyan teolojisine göre bu üçlü birlik birbirinden ayrılmaz ve tek bir Tanrı'nın birbirini tamamlayan farklı yansımaları olarak görülür. Bu açıdan monoteist teoloji çizgisindedir. Diğer İbrahim çıkışlı tektanrılı dinler (İbrahimî dinler) Yahudilik ve İslâm ise teslis inancını reddeder.


TARİHÇESİ

HIRİSTİYANLIK


Teslisteki teslis, kişiler (hypostasa) ve cevher gibi kavramlar İncil'de yoktur. Bu doktrine temel olarak gösterilen bazı İncil âyetleri vardır. Mesela İsa'nın İncil'de havarilerine dini yayma emrini içeren

 
 “ Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruhun adıyla vaftiz edin. (Mt 26, 19) „


İncil sözüne dayanmaktadır. Ama "İsa şöyle karşılık verdi: «En önemlisi şudur: `Dinle, ey İsrail! Tanrımız olan Rab tek Rab'dir."(Mar12:29) incil sözüne hristiyan alimleri net bir açıklama getiremez.



Yunancadan gelen trias kelimesini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh için ilk kez kullanıldığını M.S. 2. yüzyılın ikinci yarısında Hristiyanlığın savunucusu Atina'lı Atenagoras'da görüyoruz.
 

“ Onlar [Hristiyanlar] Tanrı'yı ve Kelimetullâh'ı, Oğul'un Baba'yla birliğini, ortaklığını, Rûh'un ne olduğunu, bu teslisin, yâni Rûh'un, Oğul'un ve Baba'nın birliğini ve bunların üçünü birbirinden neyin ayırdığını bilirler.


Batı kilisesinde teslis kelimesi, bu yazıdan birkaç onyıl sonra Tertullianus tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bunun için Latincedeki tres (üç) ve unitas (birlik) kelimelerinden yeni bir kelime olan trinitası üretmiştir. Hukukçu olan Tertulianus, iş hayâtındaki kavramları dîne aktararak Roma Hukûku'ndan alınmış ifâdeleri dîne almıştır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh için personae (şahıslar - hukuktaki taraf için kullanılmaktadır), üçünün birliği için substantia (cevher) kelimeleri gibi. O zaman dînî kavramlara eklenen bu kelimelerle Hristiyan teslîsi ifâde edilecek olursa Tanrı cevherde birdir, fakat monarchia, yâni hükmetmede üç şahıs vardır. Bugünkü Avrupâi dillerde persona ile karıştırılmaması için personae yerine Yunancadan alınan hypostasa (gerçek, huy, varlık, kişisel tabiat) kelimesi tercih edilmektedir.
 

Târihte Hrisityan İncili'ni kabul eden cemaatlerin çoğu, teslis doktrinine uymuşlardır. Hem batılı (katolik ve protestanlar), hem de doğulu (ortodoks, monofizit ve nestoriyen) kiliselerin hepsi, M.S. 4. yüzyılın sonundan îtibâren teslisi savunmuşlardır.

 
Hıristiyanlık içinde de teslis inancını reddeden ve Îsâ'nın hem tanrısal, hem de insânî doğasına karşı çıkan akımlar, târih boyunca ortaya çıkmıştır. Bu akımları ortaya çıkaran önemli felsefî akım Kuzey İtalya'dan gelen aydın dönem Hümanizm'dir. Bu yeni düşünce akımıyla Bunlardan bazı mezhepler şunlardır:
 

• Hür İncil Cemaati
• Hristiyan Bilimi
• Mormonlar
• Sosinianizm
• Sosinianizm
• Tanrı'nın yedinci gününün cemaati,
• Üniteryanizm
• Yehova Şâhitleri
 

Ayrıca teslisi kabul eden dînî cemaatlerde bu doktrine karşı tek tük de olsa bu cemaatlerin din adamlarınca incille bağdaşmadığı görüşleri ileri sürülmüş ve sürülmektedir. Meselâ Alexander Hislop, Adolph Ernst Knoch veya Karl-Heinz Ohlig gibi.

Teslisin çeşitleri
 

 Değişik zaman ve dînî sistemlerdeki teslisler şunlardır:

• Bâbil geleneği:

 Birinci üçlük: Anu (Gök tanrısı), Enlil (Yer, hava ve fırtına tanrısı), Ea (Irmaklar tanrısı).
İkinci üçlük: Sin (Ay tanrısı), Şamaş (Güneş tanrısı), İştar (Bereket tanrıçası - Tammuz'un eşi-sevgilisi)

Şeytan üçlüğü: Labartu - Labazu - Ahatsu,

• Guatemala geleneği: Bitol – Alom - Quhalom,
• Kelt geleneği: Teutates - Taranis - Esus,
• Peru geleneği: Paçakamak - Kon - Virakoça,
• Eski Mısır geleneği: İsis – Osiris – Horus,
• Dogon geleneği: Nommo die-nommo tityayne-o nommo,
• Hitit geleneği: Teshup - Hepatu - Sharruma,
• İndo-aryen geleneği: Mitra – İndra – Varuna,
• Mitanni geleneği: Mitrassil – İndar – Uruvanassel,
• Sabiî geleneği: Hibil - Şitil - Anuş,
• Etrüsk geleneği: Tinia - Uni - Minerva,
• Grek ezoterizmi: Phanes - Ouranos - Kronos,
• Grek mitolojisinde Silene (Selene) - Hekate - Artemis,
• Eski İran’ın Ehli Hak geleneği: Güneş’in efendileri olan üç kardeş ilah,
• Orta Asya geleneği:Gök Tanrı-Kara Han-Ülgen,
• Bektaşi/Alevî geleneği: Hak-Muhammed-Ali,
• Sümer ve İskandinav tradisyonlarında ve neo–platonizm’de de bu tür üçlü ilah gruplarına rastlanır.
 
 
 

26 Kasım 2013 Salı

DÖRT İNCİL VE ÇELİŞKİLER



DÖRT İNCİL VE ÇELİŞKİLER



İÇİNDEKİLER



 KISALTMALAR

 ÖNSÖZ

İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

 KİTÂB-I MUKADDESTEN SEÇMELER

 GİRİŞ

BİRİNCİ BÖLÜM KİTÂB-I MUKADDES NEDİR?

 A- KİTÂB-I MUKADDES SÖZÜNÜN ANLAMI

 B- KİTÂB-I MUKADDESİN TASNİFİ

1- ESKİ AHİD
2- YENİ AHİD
C- KİTÂB-I MUKADDES ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR
1- GENEL OLARAK TENKİD İLMİ
a- Dış Tenkid
b- İç Tenkid
2- MİLAT ÖNCESİ YÜZYILLARDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
3- MİLAT SONRASI İLK YÜZYILLARDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
4- İSLAM DÜNYASINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
5- HRİSTİYAN BATI DÜNYASINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

İKİNCİ BÖLÜM İNCİLLER

 A- İNCİL KELİMESİ VE ANLAMI

 1- KELİMENİN MENŞEİ
2- HRİSTİYANLIKTA VAHİY VE İLHAM ANLAYIŞI.
3- HRİSTİYANLIKTA PEYGAMBERLİK ANLAYIŞI

 B- İNCİL VEYA İNCİLLER

 1- İNCİLLERİN TEKLİĞİ VEYA ÇOKLUĞU MESELESİ.
2- KONSÎLLER VE YENİ AHİDİN KANONÎZASYONU.
3- KİLİSE TARAFINDAN SAHTE (APOKRİF) SAYILAN İNCİLLER
4- BARNABA İNCİLİ

C- DÖRT İNCİL

 1- DÖRT İNCİLİN DİLİ
2- DÖRT İNCİLİN YAZARLARI
3- DÖRT İNCİLİN YAZILIŞ TARİHLERİ
4- DÖRT İNCİLİN ELDE MEVCUT EN ESKİ NÜSHALARI
5- DÖRT İNCİLİN İLK MATBAA BASKILARI
6- DÖRT İNCİLİN MUHTEVASI
a- Muharref Dört încile Göre Hz. İsa'nın Hayatı
1) Hz.îsa'nın Gençliği Hakkında İndilerde Bilgi Olmayışı
2) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nın Cinsel Hayatı..
b- Muharref Dört İncilde Geçen Hz.İsa'nın Mucizeleri..
1) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Hastalan Tedavi Etmesi
2) Muharref İncillere Göre Cinleri Çıkarması veya Kovması
3) Muharref İncillere Göre Gelecekte Olacağını Haber Verdiği Hadiseler
4) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Suretinin Değişmesi
5) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Ölüleri Diriltmesi
6) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Yiyeceği,
İçeceği Arttırması ve Malı Bereketlendirmesi
7) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Su ÜstündeYürümesi
Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Fırtınayı Dindirmesi
9) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Suyu Şaraba Çevirmesi
c- Muharref Dört İncilde Geçen Hz.İsa'nin Vaaz ve Nasihatleri
1) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Kendisine
Karşı Olanlara Karşı Tutumu ve Hitap Tarzı
2) Muharref İncillere Göre Dostlarına Karşı Tutum ve Davranışları
3) Muharref İncillere Göre Annesine ve Kardeşlerine Karşı Tutumu
4) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nm İncir Ağacına Lanet Olayı
5) Muharref İncillere GöreHz.lsa'da Hayvan Sevgisi,
Onun Hayvanlara Saldırması
6) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nm İnsanı, Kendi
Bedenine Eziyet Etmeye Teşvik etmesi
7) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nm Sözlerinde Kin ve Nefret Unsurları
Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Kölelik Anlayışı..
9) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'da Irk Ayırımı
10) Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Sözlerinde Erkeklerin Kendilerini
Hadım Etmeye ve Evlenmemeye Teşvik Edilmeleri
11) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nın Sözlerinde
Kadın Hakları ve Boşanma
12) Muharref İncillere Göre Hz.İsa'nın Sözlerinde
Servet Düşmanlığı ve Tembellik
13) Muharref İnciller ve Komünizm
14) Muharref İndilerde Sömürü ve Faiz Anlayışı

7- DÖRT İNCİLDE GÖRÜLEN ÇELİŞKİLER

 a- Muharref İndilerde Hz.İsa'nın Nesebi Konusunda Görülen Çelişkiler
b- Muharref İndilerde Hz.Yahya ile İlgili Çelişkiler
c- Muharref İndilerde Dans Sahneleri
d- Muharref İndilerde Havarilerle İlgili Çelişkiler
e- Muharref İndilerde Kızı İçin Yardım İsteyen Kadının
Milliyeti ve Memleketi ile İlgili Çelişkiler
f- Muharref İndilerde Hz.İsa'nın "İnsanoğlu" ve
"Allah'ın Oğlu" Olarak Anılması ile İlgili Çelişkiler....
g- Hz İsa'nın Tutuklanma Gecesinde Meydana Gelen
Hadiseler ile İlgili Olarak Görülen Çelişkiler
h- Muharref İndilerde Hz.İsa'nın Kudüs'e Giderken
Bindiği Hayvan Konusundaki Çelişkiler
i- Lanetlenen İncir Ağacı Konusunda Görülen Çelişkiler.
j- Muharref İndilerde Hz.İsa'nın Kendi Nefsi İçin
Şehadeti Konusunda Görülen Çalişkiler.
k- Muharref İndilerde Hz.İsa'nın Muhakeme Edilmesi,
Çarmıha Gerilmesi ve Yeniden Dirilmesi ile İlgili Olarak Görülen Çelişkiler
1- Muharref İndilerde Görülen Diğer Çelişkiler


 SONUÇ


 BİBLİYOGRAFYA



GİRİŞ



GİRİŞ



Hristiyanlık, Hz. İsa'nın getirmiş olduğu dinin adıdır ve Hristiyan kelimesi Yunanca "Hristos"dan gelmektedir. Hristos'un Arapça karşılığı "Mesih" kelimesidir. Mesih kelimesinin anlamı hakkında çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Bazılarına göre bu kelime, İbraniceden alınmış olup "mübarek" ma'nasına gelmektedir. Diğer bazı araştırmacılar, kelimenin "çok seyahat eden" ma'nasına geldiğini, Hz.İsa'nın Orta Doğu'da çok seyahat etmesi sebebi ile ona bu ismin verildiğini ileri sürmektedirler. Yine bazı araştırmacılar bu kelimenin halk İbranicesinde "efendi" ma'nasını ifade ettiğini ileri sürerken, başka bir grup araştırmacı, "Mesih" kelimesinin "zeytinyağı ile yağlanan" anlamına geldiğini, zeytinyağı ile yağlanmanın Hristiyanlıkta çok önemli bir dinî merasim olduğunu ifade etmektedir. Bu kısa açıklamadan şu sonucu çıkarabiliriz. Yunanca olan Hristos veya kısaca Hrist kelimesinin Arapça karşılığı Mesih olduğu gibi, yine Yunanca Hristiyan kelimesinin Arapça karşılığı Mesihî kelimesidir. Hrist ve Mesih kelimeleri ile kastedilen kişi Hz. İsa'dır. Böyle olunca Hristiyan veya Mesihî denilince anlaşılan ma'na, Hz. İsa'yı tâkib eden, onun ortaya koymuş olduğu iman ve amel prensiplerini benimseyen, yani Hz. İsa'ya tabi olan kimsedir.


Başta Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler olmak üzere İslâm kaynaklan, Hristiyanlık ve Hristiyanlar hakkında genellikle "Nasraniyye" ve "Nasâra" kelimelerini kullanmaktadırlar. Kur'ân ve Hadiste daha çok bu ifadeler kullanıldığı halde, Türkçede Nasrani ve Nasâra kelimelerinden ziyade, Yunan menşeli Hristiyan kelimesinin kullanıldığı bir gerçektir. İslâm kaynaklarının Nasrani ve Nasâra kelimelerini kullanmasına, Hz.İsa'nın Filistin'deki Nasıra kentinden olması sebep olarak gösterilmektedir. Bu durumda Nasrani, Nasıralı İsa'ya tabi olan kimse anlamına gelmiş oluyor.


 Bundan 1996 sene önce dünyaya gelmiş olan Hz. İsa'ya, kendisi dünyada iken pek az kişi iman etmiş olmakla beraber, onun dünyadan ayrılışından kısa bir süre sonra, kendisine tabi olanların sayısı artmaya başlamış ve M.S. dördüncü yüzyılda tebliğ etmiş olduğu din, bir devletin resmî dini haline gelmiştir. Başlangıçta daha çok fakirlerin, kölelerin, işçilerin ve alt tabakadan diğer insanların rağbet ettiği bir din durumunda olan Hristiyanlık, bir süre sonra şekil değiştirerek üst tabakanın ve devlet yöneticilerinin itibar ettiği bir din haline gelmiştir. Hz. İsa'dan sonra Havariler ve onların öğrencileri tarafından yayılmak istenen Hristiyanlığın, bu yayılma faaliyetlerine uzun süre devlet yöneticileri ve üst tabakadan kimseler engel olmaya çalışmışlar, zaman zaman Hristiyanlığı yaymak isteyen bu kişilere zulüm ve işkenceler yapmışlar ve onları öldürmüşlerdir. Uzun süre üst tabakanın girmeye tenezzül etmediği bu din, üç dört asırlık bir zaman zarfında büyük bir güce kavuşmuştur. Bunu gören bazı devlet yöneticileri, bu gücü siyasi açıdan kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak amacı ile birdenbire tavır değiştirerek Hristiyanlara bir takım imtiyazlar vermiş ve böylece büyük Hristiyan kitlelerini arkalarına almaya çalışmışlardır. Başta Kostantin olmak üzere bazı imparatorlar ve krallar, Hristiyan-ları kendi siyasî amaçlarına alet etmek için Hristiyanlığı kabul etmiş görünmüşlerdir.


 Hristiyanlık ilk yüzyıllarda genellikle Roma imparatorluğu sınırları dahilinde yayılmaya çalışmıştır. Bu dönemlerde Yahudiler, kendi dinlerini kendi ırklarından olmayanlara benimsetmek için fazlaca gayret göstermemekte idiler. Putperest Roma'da yayılma gayesi güden başka herhangi bir din olmadığı gibi, mevcut putperestlik, imparatorlukta yaşayan halkın ma'nevi ihtiyaçlarını tatmin etmekten uzak ve çok ilkel bir durumda idi. Ayrıca Anadolu ve çevresinde görülen Sır Dinleri, sıkı bir şekilde gizliliğe riayet ediyor ve hiçbir şekilde alenî bir yayılma faaliyetinde bulunmuyorlardı. O devirlerde dünyada mevcut olan yayılmacı dinlerden hiçbiri de Roma imparatorluğu toprakları içinde görülmüyorlardı.

İşte bu ortam içinde ortaya çıkan ve yayılma faaliyetlerine başlayan Hristiyanlık, kısa sürede büyük başarılar elde etti. Önce Roma imparatorluğu toprakları üzerinde yayılan bu din, bir süre sonra imparatorluk hudutlarını aşarak Avrupa, Asya ve Afrika'da mevcut devletlerin topraklarına nüfuz etmeyi başardı. Bu uygun ortam, yayılmayı hızlandırmakla birlikte, bunun çok rahat bir şekilde gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Bilhassa Hz.İsa'dan sonraki ilk yüzyıl, rahat bir dönem değildi. Dönemin Roma imparatorları, Hristiyanlığın hızla yayılmasını kendi tahtları için büyük bir tehlike olarak görmüş ve bu dini ortadan kaldırmak için heryola başvurmuşlardır. Hz.İsa'nın mesajını yaymak için gece gündüz durmadan faaliyet gösteren Havarileri ve onların öğrencilerini sıkı şekilde tâkib eden devlet yöneticileri, bunların büyük bir kısmını, faaliyetlerini engellemek için öldürmüşlerdi. İlk asırda başlayan işkence ve zulüm, ikinci ve üçüncü yüzyıllarda artarak devam etmişti. Öyle ki, o devirlerde yapılan kiliselerin bir kısmı, takibattan korunmak gayesi ile yer altlarına, mağara oyuklarına ve ormanların içinde tenha yerlerde inşa edilmişti. Bütün bu zulüm, işkence ve baskılara rağmen Hristiyanlık, gitgide güçlenmiş ve dördüncü yüzyılın ortalarında büyük bir kuvvet olarak ortaya çıkmıştır.


 Zulme uğradıkları sıralarda devamlı olarak baskı ve işkencelerden şikayet eden Hristiyanlar, dördüncü yüzyıldan itibaren saraylara nüfuz ederek imparator ve kralları etkilemeye başlamış ve onların güçlerinden azami şekilde faydalanarak dinlerini yaymaya devam etmişlerdir. Ancak, daha önce kendi çektiklerini çabucak unutarak kendi davetlerini kabul etmeyen insanlara devlet eli ile işkence etmekten de geri kalmamışlardır.


 Hristiyanlar, bir yerde iktidarı ele geçirir geçirmez kendilerine karşı gelen ne varsa hepsini birden imha etmekten asla çekinmemişlerdir. Hristiyanlar, Hristiyanlığı kabul ettirmek istedikleri insanlardan, kendi davetlerine uymayan ve bu dini kabul etmeyenlerin itirazlarına asla tahammül edememiş ve onları acımasızca yok etmişlerdir.

 Dördüncü yüzyıldan itibaren Hristiyanlığı kabul ettirmede cebir ve şiddetin kullanılması Kilise tarafından meşru kabul edilmiş, Hristiyanlığa zorla sokulmak istenen kişilerin, bu isteği reddetmeleri halinde onlara ne gibi işkencelerin tatbik edileceği dahi tesbit edilmiştir. O devrin Hristiyan mantığına göre, bir insanın Hristiyanlığı kabul etmeden yaşamasından ölmesi daha iyidir, dolayısı ile Hristiyanlığa girmeyi reddeden, çeşitli işkence ve zulüm metodlarının uygulanmasına rağmen, bu dine girmemekte direnen insanları öldürmek, onların yaşamalarına müsade etmekten daha iyidir. Bu insanları öldürmek aslında onlara iyilik etmektir. Dolayısı ile kendi davetlerine icabet etmeyenleri öldürmek, Hristiyan mantığına göre sevap olarak kabul edilmiştir.
 

 Hristiyanlığın karşısına yayılma faaliyeti gösteren bir dinin çıkmaması, o dönemde mevcut olan putperestliğin insanları manevî yönden tatmin etmekten aciz oluşu, Hristiyanların dinlerini kabul ettirme hususunda her yola başvurmaları ve her şeyi mübâh saymaları, bu dinin bilhassa Avrupa'da hızla yayılmasına sebep olmuştur. Kısa sürede dünyanın en büyük dini haline gelen Hristiyanlık, yedinci yüzyılın başlarına kadar çok rahat bir şekilde gelişmeye devam etmiştir. Ancak bu yüzyılın başında ciddi bir rakiple karşı karşıya kalan Hristiyanlığın ilerlemesi birdenbire durmuş, hatta gerilemeye başlamıştır. Hristiyanlığm karşılaşmış olduğu bu rakip İslâmiyet idi. Yedinci yüzyılın başında İslâmiyetin ortaya çıkışı ile beraber Hristiyanlık, bilhassa Asya ve Afrika'da büyük bir darbe yemiş, kısa sürede kendisinin doğduğu bölge olan Orta Doğu'dan tamamen silinmiştir. Müslüman devletlerin siyasî ve askerî bakımdan üstün bir durumda olmaları, Hristiyanların İslâm topraklarında cebir ve şiddet kullanmalarına engel teşkil etmiştir. İnanç ve amel noktasından İslâmiyetin Hristiyanlıkla mücadele edebilecek kapasitede olması da, ikna yolu ile Hristiyanlaştırma silahını onların elinden almıştır.


 Başta Kudüs ve Şam olmak üzere bir kısım Bizans topraklarının Müslümanların eline geçişi, Hristiyan dünyasında ciddi endişelere sebep olmuş ve İslâm dünyası karşısında düşülen kötü duruma son vermek için acil tedbirlere başvurulmuştur. Bu cümleden olmak üzere Hristiyanlar, Kudüs'ü kurtarmak ve kutsal toprakları geri almak için büyük bir ordu kurarak Haçlı Seferleri düzenlemeye başlamışlardır. Hristiyanlar, Haçlı Seferlerine paralel olarak kendi dinlerini yaymak üzere dünyanın çeşitli yerlerine misyonerler göndermişler ve İslâm ülkeleri ile başlattıkları silahlı mücadeleyi misyoner faaliyetleri ile de desteklemişlerdir. Misyonerlerin bilhassa müslümanlar arasında başarılı olabilmeleri için, Kilise onlara Arapça ve İslâmî ilimler öğretmeye başlamıştır. Haçlı Seferlerinin başarısızlıkla neticelenmesi sonunda, Hristiyan Kilisesi bütün gücünü tekrar misyoner faaliyetleri üzerinde yoğunlaştırmıştır.


 Sıcak savaş yerine, misyonerler kanalı ile hem Hristiyanlığı yaymak, hem de kaybedilen toprakları geri almak düşüncesi, dünyanın dört bir yanına yayılmış geniş bir misyoner teşkilatının kurulmasına sebep olmuştur. Misyoner faaliyet eri her ne kadar müslüman ülkelerin topraklarında fazla başarı sağlayamadı ise de, dünyanın diğer yerlerinde özellike putperestler arasında oldukça başarı sağlamıştır. Dünya ile Hristiyan nüfusunun artarak bütün dinler arasında birinci sırayı alışının arkasında yatan gerçek faktör, misyoner teşkilatlarının bu yoğun çalışmalarıdır. Haçlı Seferleri sırasında olduğu gibi, daha sonraki savaşlarda da misyonerler, Hristiyan ordularla birlikte çalışmış ve bu orduların adeta öncü kuvveti görevini ifa etmişlerdir. Bugün Hristiyanların dünyadaki toplam nüfusu bir milyardan fazladır. Avrupa, Amerika ve Avusturalya'da çoğunluk durumunda olan Hristiyanlar, Asya ve Afrika'da azınlık olarak varlıklarını sürdürmektedir.


 Günümüzde dünyada örgütlü ve düzenli olarak yayılma faaliyeti gösteren yegâne din Hristiyanlıktır. İslâm ülkelerinin, içinde bulundukları acıklı durum sebebi ile Müslümanların, bırakınız Müslüman olmayanlar arasında İslâmiyeti yayma faaliyeti göstermelerini, onlar Müslüman çocuklarına dahi îslâmiyeti öğretmekten acizdirler. Budizm vb. yayılma gayesi güden bazı dinlerin de Hristiyanlarınki gibi, yaygın bir misyoner teşkilatı mevcut değildir.

 Dünyanın her tarafını kaplayan geniş bir misyoner ağına sahip olan Hristiyanlık, yayılmak için eskiden olduğu gibi her türlü vasıtayı meşru görmekte ve her yola başvurmaktadır. Hristiyan misyonerleri dünyanın dört bir yanında her türlü tehlikeyi göze alarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Hristiyanlık, günümüzde sadece misyoner teşkilatları ile propaganda edilmemekte, Hristiyan ülkeler, çeşitli basın ve yayın vasıtaları ile de dinlerini propaganda etmektedirler. Bilhassa radyo, televizyon, sinema, tiyatro, gazete, dergi ve mecmua gibi basın ve yayın araçları ile yürütülen Hristiyanlık propagandası, bazen misyonerlerin yaptığı propagandadan daha başarılı sonuçlar vermektedir. Hristiyan yapımı bazı filim ve televizyon dizilerinde bazen açık açık Hristiyanlık propagandası görülmekte, Kilise ayinleri sık sık sahneye getirilerek rahipler dünyanın en şefkatli ve iyilik sever insanları olarak takdim edilmektedir. Bu tür sahneler, dizilerde sıkça gösterildiği gibi, sinema ve tiyatro eserlerinde de aynı motifler sistemli bir şekilde işlenmektedir. Bununla her ne kadar "Gelin Hristiyan olun" türünden bir propaganda yapılmıyorsa da, takip edilen metod, belki o tür propagandadan, daha tesirli olmaktadır.


 Dua ve ibadet ihtiyacını hissettiği zaman kendi dinine göre nasıl dua ve ibadet edeceğini bilemeyen kimselerin, Özellikle radyo, televizyon gibi yayın araçlarından büyük ölçüde etkilenen küçük çocukların, kiliselerdeki ayin, nikah vb. sahnelerden etkilenmemeleri mümkün değildir. Hatta bu sahnelerin etkisi altında kalan küçük çocukların zaman zaman Hristiyanlar gibi haç çıkardıklarına ve dua ettiklerine şahit olmaktayız. Çeşitli Hristiyan mezheblerine bağlı radyo istasyonları, dünyanın dört bir yanına Hristiyanlığı tanıtıcı yayınlar yapmakta, Hristiyan olmayan insanları kendi dinlerine çekebilmek için her türlü gayreti göstermektedirler.
 

 Batılı ülkelerce, geri kalmış ülkelere yardım amacı ile bu ülkelerde kurulan hastane, okul, fabrika vb. müesseselerin kilit noktalarına genellikle mutaassıp Hristiyanlar yerleştirilmekte, bu kişiler Hristiyanlığı yayma hususunda o bölgede faaliyet gösteren misyoner örgütleri ile ortak hareket ederek zamana ve şartlara göre faaliyetlerini yürütmektedirler.


 Avrupa'nın muhtelif ülkelerinde işçi olarak çalışan Müslüman Türklere, Kilise rahipleri tarafından sürekli olarak Hristiyanlığa katılma çağrıları yapılmakta, çağrıya uyanlara kaldıkları ülkelerde her türlü kolaylık Kilise tarafından sağlanmaktadır. Ayrıca Kilise tarafından yılın belli günlerinde Hristiyan olmayanları Hristiyanlaştırmaya yönelik konferanslar düzenlenmekte, bu konferansa katılmaya razı olanlar için işyerlerinden izin alınmaktadır.


 Hristiyanlığın dayandığı ana kaynak Kitâb-ı Mukaddes olduğu için, Hristiyanlık propagandasında esas ağırlık bu kitaba verilmektedir. Dünyada en çok basılan ve dağıtılan kitap, Kitâb-ı Mukaddesdir. Dünyanın her yerine bine yakın dil ve lehçeye tercüme edilerek dağıtılan Kitâb-ı Mukaddesin gerek tercüme edilmesinde ve gerekse basım ve dağıtımında Hristiyan devletlerin ekonomik ve siyasi destekleri vardır. Yıllık tirajı milyonla ifade edilen ve en ilkel kabile dillerine dahi tercümesi yapılarak dağıtılan bu kitabın muhtevası nedir, ne zaman yazılmıştır, nasıl toplanarak bir araya getirilmiştir? Denildiği gibi bu kitap gerçekten bir rehber midir, insanlığa gerçek bir kurtuluş sunmakta mıdır?

 Avrupa Topluluğuna giriş için her türlü gayretin gösterildiği şu günlerde, topluluğa üye olan ülkelerde ciddi bir endişe ortaya çıkmıştır. Bu endişe bir yetkilinin ağzından, "Siz Müslümanısınız, biz Hristiyanız, biz sizi kabul edemeyiz" sözleri ile ifade edilmiştir. Bu kişi aslında "Eğer Avrupa topluluğuna girmek istiyorsanız önce İslâmiyeti terkedin ve Hristiyanlığa girin" demek istemiştir. Müslüman bir ülkenin böyle bir topluluğa girişini bir türlü mantığı kabul etmeyen bu Batılının, ne kadar tolerans ve hoşgörü sahibi olduğu da ortaya çıkıyor. Batı, Türk milletini Hristiyan kültürü potasında eritmeden onu kendi bünyesine almak istememektedir. Biz ise işin sadece ekonomik yanını düşünerek, bu topluluğa girmekte ısrar etmekteyiz. Biz, bu topluluğa girdiğimizde dünyanın her tarafında faaliyet gösteren ve propagandada çok usta olan Hristiyan misyonerlerinin, serbest dolaşım hakkından faydalanarak ülkemizde serbestçe ve açık şekilde propaganda faaliyetlerini yürüteceklerini hesaba katmamaktayız. Şimdiye kadar ülkemizde sınırlı olarak yürüttükleri propaganda faaliyetleri ile evlerin kapılarının altından atılan Hristiyanlığa davet broşürlerinin dağıtımı ve yabancı okullarda çalışan bazı Hristiyan hocaların Kitâb-ı Mukaddes propagandaları daha da artacak, şimdiye kadar yurt dışındaki işçilerimize tertiplenen çadır konferansları, bundan böyle Türkiye'de bizlere de düzenlenebilecektir. Yurt içinde ve dışında Türk insanına yöneltilen ve bundan sonra daha daartarak yöneltilecek olan Kitâb-ı Mukaddes ve Hristiyanlık propagandasına karşı, bunlar hakkında doğru bilgileri ortaya koymak bir görev olmaktadır. Ancak, bu görevi bir karşı propaganda niteliğinde değil, aksine tarafsız bir şekilde, ana kaynaklara dayanarak, ilmî prensipler çerçevesinde yapmak gerekir.

 Biz, bu araştırmamızda Hristiyan kültürünün ana kaynağı durumunda olan Kitâb-ı Mukaddesi, özellikle İncilleri ele alıp, zaman zaman kendi kaynaklarına da başvurmak sureti ile inceleyeceğiz. Bu kitaplar ne zaman, kimler tarafından yazılmıştır? Bunlar ilk yazıldıkları gibi muhafaza edilebilmişler midir, yazarları belli midir? Bu kitapların muhtevaları nedir? Bunlardaki bilgiler yirminci yüzyılın gerçeklerine uygunluk arzediyor mu? Bilhassa dört ayrı yazar tarafından kaleme alınan İncil nüshalarında farklılık var mıdır, şayet varsa bu farklılık esasta mı, yoksa teferruatta mıdır? Amacımız karşı propaganda niteliğinde Hristiyanlığa veya Kitâb-ı Mukaddese reddiye yazmak değildir, sadece propagandası yoğun olarak yapılan ve insanlarımıza direkt olarak yöneltilen bir inancın ana kaynağını, tarafsız bir şekilde ele alıp tanıtımını yapmak ve onu incelemektir. Nitekim bir çok Batılı Hristiyan oryantalist, İslâmiyeti ve Kur'an-ı Kerimi ele alıp incelemektedirler. Bizim bu tür yapacağımız bir çalışma üzerinde aşırı hassasiyet gösteren ve bilimsel tarafsızlık ilkesine riayet edip etmediğimizi sıkı sıkıya kontrol eden bazı Batılı araştırmacılar, kendilerinin İslâmiyet üzerinde yaptıkları araştırmalarda, bizden istedikleri tarafsızlığa riayet konusunda fazla titiz değildirler. Bunların bir kısmı, kendi koymuş oldukları prensipleri ihlal ederek, hislerinin ve inançlarının etkisi altında kalmaktadırlar. Bunlar, İslâm kaynaklarında mevcut olan, ama işlerine gelmeyen bazı delilleri rahatlıkla gözardı etmekte, bazı bilgive delilleri de eksik olarak almakta, dolayısı ile yanlış sonuçlara ulaşmaktadırlar. Biz, bu araştırmamızda kaynaklar bize ne veriyorsa onlara kesinlikle bağlı kalacağız, delilleri görmezlikten gelmeyecek ve eksik olarak kullanmayacağız.


 Yapmış olduğumuz bu araştırmada ele alıp zaman zaman kendilerinden örnekler verdiğimiz İnciller şüphesiz Allah'ın İsa'ya vahyetmiş olduğu gerçek İncil değildir. Çünkü İslama göre bu kitap tahrif edilmiş ve aslı yok olmuştur. Dolayısı ile muharref İncillere yöneltilen tenkidler, bu kitapların tahrif edilmemiş aslı olan İncile asla şamil değildir . İlerde geniş bir şekilde görüleceği üzere bugün elde mevcut olan bu kitaplar, Hz. İsa'dan asırlarca sonra kaleme alınmış olup bu kitaplar-daki sözlerin büyük bir kısmının Hz İsa ile hiçbir ilgisi yoktur. İncillerde bu peygamberle ilgili olarak verilen haberlerin büyük bir çoğunluğunun da onunla hiçbir ilgisi mevcut değildir. Yapmış olduğumuz bu araştırmada bazı okuyucularımızın yanlış bir kanaate kapılmasını önlemek için böyle bir açıklama yapmayı gerekli bulduk.
 

İslama göre Hz. İsa bir resul ve nebidir, Allah'tan almış olduğu vahyi insanlara ulaştırmıştır, o, hatadan masundur, kendisinden tevhide aykırı hiçbir şeyin sadır olması mümkün değildir. Bugün elde mevcut olan İncillerde ona isnâd edilen fiil ve sözlerin büyük bir çoğunluğu ona yapılmış olan itham ve iftiralardan ibarettir. Bu peygamberin ve ona vahyedilmiş olan kitabın bu itham ve isnadlarla hiçbir alâkası yoktur. Bunlar, Hristiyanlar tarafından daha sonraları ortaya atılmış ve büyük bir kısmı hayal ürünü olan şeylerdir.


ÖNSÖZ


ÖNSÖZ


 
Hristiyan Batı dünyasında on asırdan beri İslâmiyet ve İslâmî ilimlerle ilgili yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bilhassa XVII. yüzyıldan itibaren hızını arttırarak yürütülmekte olan bu çalışmalar, Kur'an-ı Kerim, Hadis-i Şerifler ve Hz. Muhammed'in hayatı üzerinde yoğunlaştırılarak sürdürülmektedir. Batıda yapılan bu çalışmalar genellikle üniversitelerde öğretim elemanları tarafından yürütülmekte, araştırmacılara başta dil öğrenimi olmak üzere kaynakların temin edilmesi vb. hususlarda her türlü imkân devlet eli ile sağlanmaktadır.


Batıda İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan bu çalışmalar, Türkiye'de ve diğer İslâm ülkelerinde pekçok kimse tarafından takdir ve hayranlıkla karşılanmakta, bu çalışmaların İslâmî ilimlere büyük çapta katkıda bulunduğu ileri sürülmektedir. Acaba, yapılan bu çalışmalar sadece ilim uğruna mı yapılmaktadır? Yoksa bunun arkasında başka gayeler mi vardır? Şimdiye kadar Sovyetler Birliği başta olmak üzere bazı devletler tarafından yürütülmekte olan Türkoloji çalışmaları hakkında, başlangıçta aynı şekilde iyi niyetli değerlendirmeler yapılmışken, son zamanlarda bu çalışmaların sadece ilim aşkına yapılmadığı, bunların arkasında siyasî ve ekonomik bazı hesapların yattığı konusunda şüpheler uyanmıştır. Tıpkı bunun gibi, Hristiyan batı dünyasında İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışma ve araştırmalarin arkasında, dinî, siyasî ve ekonomik bir takım hesapların bulunduğu konusunda en azından şüphe etmek gerekir.
 

 Batılı devletlerin, bugün kaynamakta olan Orta Doğu ve Basra Körfezine göstermekte oldukları aşırı alâka ve hassasiyet, yüzyıllardan beri yapılagelmekte olan bu çalışmaların sadece ilim aşkına yapılmadığını, Avrupalıların bu çalışmalar sayesinde İslâm dünyasını tanıyıp kontrol altında tutmaya çalıştıklarıni ortaya koymaktadır. Irak'ın Kuveyt'e saldırmasına önce göz yuman ve işgale zemin hazırlayan batılı devletler, bu işgali bahane ederek daha sonra buraya kalıcı bir şekilde yerleşmişler ve kendilerine bu bölgede önemli üsler temin etmişlerdir. Körfez krizi dolayısı ile İslâm ülkelerinin ikiye ayrılmaları, hatta Arap devletlerinin birbirleri ile savaşa tutuşmaları ve ABD'nin bir Arap ülkesi olan Irak tarafından işgal edilmiş olan diğer bir Arap ülkesi Kuveyt'i kurtarma ve Irak tehdidi altındaki Suudi Arabistan'ı koruma pozisyonuna girmesi, yıllardan beri Batının bu bölgede uygulamış olduğu stratejilerin bir sonucu olup bu stratejiler, bahsettiğimiz çalışmalar sayesinde tesbit edilmişlerdir.


 Batıda yapılmakta olan İslâmiyet ile ilgili çalışmaların büyük bir kısmının, bu dinde bir takım kusur ve eksiklikler bulmaya yönelik olduğunu da görüyoruz. İlim adına yapıldığı iddia edilen bu çalışmaların, İslâmiyeti üstün yönleri ile tanıtma veya İslâmiyetten insanları uzaklaştırma gayesi gütmemesi gerekirken, hemen hemen hiçbir çalışmada bu prensibe riayet edilmemiştir.


 Hristiyan dünyasında İslâmiyet ile ilgili yoğun bir araştırma faaliyeti olmasına karşılık, İslâm dünyasında Hristiyanlıkla ilgili çok az çalışma yapılmaktadır. XIX ve XX. Yüzyıllarda Türkiye'de bu din ile ilgili olarak hemen hemen ciddî hiçbir çalışmanın yapılmadığıni söylersek mübalağa etmiş olmayız. Dört milyona yakın Müslüman Türkün Hristiyan Avrupa'da çalışıp, hergün Hristiyan kültürü ile yüzyüze geldiklerini biliyoruz. Bu insanlara tarafsız bir şekilde Hristiyanlığm ne olduğunu öğretmeyip, bu konuda onları misyoner propagandalarından etkilenebilecek şekilde bilgisiz bırakıyoruz. Ayrıca Avrupa ekonomik topluluğuna girmeye çalıştığımız şu günlerde, topluluğa girdiğimiz takdirde şimdikinden çok daha fazla haşir neşir olacağımız insanların kafa yapıları, inançları ve kültürleri hakkında hiçbir bilgimiz olmadan, bu insanları tanımadan, bunlarla birleşmek ne derece doğru olur? Dış yüzü ile çok medenî görünen Hristi-yan Avrupalı, iç âleminde acaba nasıl bir insandır? Avrupalı, dinî konularda aynı medenî görünümünü ortaya koyar mı? Farklı inançlara sahip iki topluluğun birbirine karışması esnasında âhenk ve uyum sağlanabilir mi? Daha açık bir ifade ile şu soruyu sormalıyız: En azından, cami ile kilise yan yana yaşayabilecek mi? Yoksa biri kapanıp öbürüne iltihak mı edecek? Eğer böyle olacaksa Batı, kilisesini kapatır mı? Veya biz camimizi kapatabilir miyiz?


 Hergün daha fazla temas kurduğumuz, ilerde bu temasımızı daha da arttırmayı hedeflediğimiz ve milyonlarca insanımızın aralarında yaşadığı Batı âleminin dini olan Hristiyanlığm, ne olduğunu öğrenmek bizim için gerekli hale gelmiştir. Bu bilgileri, misyoner propagandistlerden, Hristi-yanlığı öven propaganda broşürlerinden veya mektuplardan öğrenmek yerine, tarafsız ve ciddî olarak yapılmış araştırma-lardan almak lazımdır.


 Batı'da İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda ilk sırayı nasıl Kur'an-ı Kerim alıyorsa, İslâm dünyasında Hristiyanlıkla ilgili olarak yapılacak çalışmalarda ilk sırayı, Hristiyanların kutsal kitabı "Kitâb-ı Mukaddes" almalıdır. Biz, gelişen dünya olaylarının da tesiri ile, devamlı temas halinde ol-duğumuz Batı dünyasının kültürünün temel taşı olan Kitâb-ı Mukaddesi, ilmî usûllerle ele alıp tarafsız bir şekilde (Batılı araştırmacıların Kur'an-ı Kerimi araştırdıkları gibi) araştırmayi düşündük. Bu kitap, gerçekten kutsal olma niteliklerine sahip mi? Batı insanının karakterinin oluşmasında bu kitabın bir rolü var mı? Bu kitabın içinde gerçekten neler vardır? Bunları bilmek bizim en tabiî hakkımızdır.


İki ayrı kitap şeklinde planladığımız bu çalışmamızın birinci kısmında, önce Kitâb-ı Mukaddes hakkında genel bilgiler vereceğiz, sonra bu kitabın en mühim kısmını teşkil eden İndileri ele alıp inceleyeceğiz. İnciller, ne zaman, kimler tarafından, nasıl yazıldılar ve toplandılar? Bu kitapların içinde neler var, muhtevalaları nedir? Son günlerde hemen hemen herkesin eline geçen misyoner propaganda mektuplarında denildiği gibi bu İnciller, gerçekten insanlara bir kurtuluş ve müjde sunuyorlar mı? Yoksa bunlarda bir takım eksiklikler, tenakuzlar, akla ve mantığa aykırı hükümler var mı? Bu araştırmamızda bütün bu soruların cevaplarını vermeye çalışacağız. İkinci kitapta ise, Kitâb-ı Mukaddesin bir kısmını teşkil eden ve Yahudilerin yanısıra Hristiyanlar tarafından da kabul edilip benimsenen Tevratı ele alıp inceleyeceğiz.
 

Şimdiye kadar bu konuda Türkiye'de müstakil, ciddî bir çalışma yapılmamış olmasına karşılık, diğer bazı İslâm ülkelerinde konuya eğilen ve bu mevzuda eser yazan araştırmacılar görmekteyiz. Biz, araştırmamızın Türkiye'de bu noktadaki boşluğu dolduracağını ümid ediyoruz. Ancak, yeni yetişmekte olan araştırmacıların bu mevzuda daha derin araştırmalar yapmalarını, Kitâb-ı Mukaddesin orjinal dili olan Yunanca ve İbranîceyi öğrenerek daha detaylı incelemeler yapmalarını da diliyoruz.




 Doç. Şaban KUZGUN
 
 

İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ



İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ


1991 mart ayında birinci baskısı yapılmış olan elinizdeki kitabın ilk baskısı kısa sürede tükenmiş olmasına rağmen, uzun süre ikinci baskıyı hazırlamak mümkün olmamıştır. 1996 yılında ikinci baskısının yapılmasına karar verilen bu kitabın birinci baskısı piyasaya çıktığı zaman özellikle Hristiyan çevrelerden büyük tepki görmüş, kitabın Hristiyan inancına haksız ithamlarda bulunduğu, Hristiyanlığı ve Hristiyanları rencide ettiği ileri sürülmüştür. Türkiyede faaliyet gösteren Hristiyan misyonerler ile birlikte, çeşitli mezheplere mensup Kiliseler, kitabımızın yayınlanmasından sonra kendi Incillerinin sahte olmadığını, aksine gerçek olduğunu iddia eden yayınlar yaptılar. Özellikle Katoliklerden kaynaklanan iddiaya göre biz eserimizi hazırlarken sadece Protestanların Kitâb-ı Mukaddesini esas almış, Katolik Kitâb-ı Mukaddesini gözönünde bulundurmamışız. Kitabımızın bibliyografyası incelendiğinde bu iddianın kesinlikle doğru olmadığı görülecektir. Çünkü biz, incelememizde Protestan Kitâb-ı Mukaddesi ile birlikte diğer Hristiyan mezheplerine ait Kitâb-ı Mukaddesleri, özellikle Katoliklerin Arapça yayınladıkları Kitâb-ı Mukaddesi gözönünde bulundurduk ve tenkide tabi tuttuğumuz hususlarda bunlar arasında hiçbir farkın olmadığını gördük.


Bibliyografyanın incelenmesinden, bizim 1960 yılında Beyrut Katolik matbaasında basılan Arapça Kitâb-ı Mukaddes ile birlikte, 1979 yılında Kudüs'de (Jarusalem) basılan Ta-nah'dan dahi istifade ettiğimiz görülecektir.


 Araştırmamız tamamen ilmî ölçülere uygun olarak hazırlanmış, çalışma esnasında hiçbir din veya mezhep hedef olarak alınmamıştır. Dolayısı ile böyle bir kitabın yayınlanması ile Hristiyanlık veya Hristiyanlann rencide edilmesi ve onlara haksız bir şekilde saldırılması amaçlanmamışür. Amaç saldın olmamakla beraber, çalışma alanı İndiler olunca, bu kitaplarda ne varsa onları ortaya koymak gerektiği için dört İndideki çelişkileri, tutarsızlıkları elbette olduğu gibi yazmak zorunlu olmuş ve biz bu zorunluluğu yerine getirmişizdir.


 Kitabın yayınlanmasından rahatsızlık duyanlara soruyoruz. İndilere göre Hz. İsa Yeryüzünde selamet getirmeye geldiğimi sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır, demiş midir, dememiş midir? Protestan İndilerde yer alan bu pasaj, acaba Katolik İndilerde farklı mıdır? Kitapta ele aldığımız İncil pasajlarının hiçbirine kendimizden hiçbir ilâve yapmadan, Hristiyanlar tarafından basılan İndilerde ne yazıyorsa onu olduğu gibi aktardık ve İncil metinleri üzerinde bu şekilde çalıştık.


 Batılı Hristiyan araştırmacılar tarafından yüzyıllardan beri sürdürülen ve günümüzde dahi devam ettirilen Kur'an-ı Kerim üzerindeki çalışmalarda, bu kitabın metninde bulunmadığı halde birtakım zorlamalarla, yorumlarla sözde Kur'an-ı Kerimde yanlışlıklar ve çelişkiler bulunmaya çalışılmıştır. Batıda yapılan bu tür çalışmalardan hiç rahatsız olmayanlar, sıra kendi kutsal kitaplarına gelince neden rahatsız oluyorlar? Üstelik biz bir kısım Batılı araştırmacı gibi metinleri çarpıtmıyoruz, metni aynen aktararak bu metin üzerinde çalışma yapıyor, zorunlu olarak yaptığımız yorumlarda metnin ruhuna tamamen sadık kalıyoruz.


 H& Belki Türkiye'de yaşayan bazı Hristiyanlar, bir İslâm ülkesinde böyle bir çalışmaya neden gerek duyduğumuzu sorabi-lir ve bu çalışma ile onların inançlarının hedef alındığını, dolayısı ile kendilerinin bu tür bir çalışmadan rahatsız olduklarını ifade edebilir ve onları rahatsız etmeye hakkımızın olmadığını söyleyebilirler. Evet Türkiye bir İslâm ülkesidir ve bu ülkede az da olsa Hristiyanlar yaşamaktadır. Normal olarak herkesin inancına saygı göstermek, doğru veya yanlış neye inanıyorsa ona karışmamak gerekebilir. Ancak bu ilmî bir çalışmadır, böyle bir çalışmadan bazıları rahatsız olacak diye vazgeçmek gerekmez. Batılılar yüzyıllardan beri bu çeşit çalışmaları "bilimsel araştırmadır" diyerek devam ettirdiklerine ve bunların bir kısmını Türkçeye çevirerek Türkiye'de yayınladıklarına göre, bunda bir sakınca olmamalıdır ve bizim bu çalışmamızı Türkiye'nin yanısıra Batı dillerine çevirip Batı ülkelerinde dahi yayınlama hakkımız vardır.


 Bugün Avrupa'nın çeşitli yerlerinden Türklere yönelik Türkçe Hristiyanlık propagandası yapan radyo istasyonları vardır. Ayrıca çeşitli mezheplere mensup Hristiyan misyonerleri Türkiye'yi adım adım dolaşarak İslâmiyet aleyhine konuşmakta ve Hristiyanlığm Islâmiyetten daha üstün olduğunu söylemek sureti ile Hristiyanlık propagandası yapmaktadırlar. Bu misyonerlere Türkiye'nin hemen hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Biz bu propagandistleri üniversitelerde, orta öğretim kurumlarında, hastahanelerde, çarşılarda, pazar yerlerinde, hatta sokak aralarında evlerin kapılarının altından Hristiyanlık propagandası ihtiva eden broşürler atarken sık sık görmekteyiz. Tamamen ilmî ölçüler içinde yaptığımız bu araştırma ile ortaya çıkan ve Hristiyanları ürküten gerçeklerin, Hristiyanlık propagandasına maruz kalan insanlar tarafından öğrenilmesi kimseyi rahatsız etmemelidir. Sürekli olarak Hristiyanlığm sevgi ve barış dini olduğu kendilerine propaganda edilen insanlara, muharref İncillerdeki savaş tahrikçiliği yapan, kin ve nefret tohumları saçan pasajların aktarılmasından rahatsız olunmamalıdır. Çünkü Hristiyanlık propagandasına maruz kalan bu insanlar bizim insanlarımızdır. Bunların nüfus cüzdanlarında müslüman oldukları yazılı-dır, anne ve babaları da müslümandır. Eğer hazırladığımız bu kitap, onların Hristiyanlık propagandalarına kanmalarına en-gel oluyorsa, kitap bir hizmeti yerine getiriyor demektir, kimse bu hizmetin yapılmasından şikayet edemez.


 Zaman zaman gazete sütunlarında yer alan haberlerden öğrendiğimize göre Türkiye'de bulunan bazı Batılı ülkelerin büyükelçilik ve konsolosluklarının bahçelerinde kiliseler kurulmuştur. Bu kiliselerin bir kısmı sadece Müslüman ailelerin çocuklarını kandırarak Hristiyanlaştırmak için faaliyet gös-termekte, buralarda yapılan konuşmalarda İslâmiyet suçlanmaktadır. İsveç Hükümetinin İstanbul'daki konsolosluk bah-çesinde pazar günleri özel vaftiz törenleri yapıldığı, bu tören-lerde bir kısım Müslümanların Hristiyanlığa çevrildiği ve vaftiz edildiği basında açıkça yazıldığı halde, bundan rahatsız ol-mayanlar, günümüz Hristiyanlarinin elindeki muharref İncillerde'yer alan akla, mantığa aykırı hususların yazılmasından şikayetçi olamazlar.


 Hristiyan Batı dünyası, İslâm dünyasına bir yandan Hristiyanlık propagandası yaparak taarruz ederken, öbür yandan ordularla ikinci bir saldırıyı gerçekleştirmektedir. Dünyada birçok İslâm ülkesi, Hristiyan orduları tarafından işgal edilmekte, kadın, yaşlı, çocuk denmeden müslümanlar topyekûn katliamlara maruz kalmaktadır. Bugün dünyanın neresinde savaş varsa bakınız, saldırganlar ya doğrudan doğruya Hris-tiyandır veya Hintliler gibi Hristiyanlarin kuklalarıdır, saldırı-ya uğrayanların hemen hemen hepsi Müslümandır. Halbuki Hristiyan misyonerler "Hristiyanlık sevgi dini, Müslümanlık ise barbarlık dinidir, Müslümanlar kan dökücüdür" diye pro-paganda yapmaktadırlar. Bu ne biçim bir sevgi dini ki, dünyanin her yerinde kan döküyor, etnik temizlik adı altında je-nosit uygulayıp birçok milleti tarih sahnesinden silmeye çalı-şıyor, eli kanlı katiller tankların üstünde haçlı bayrakları salla-yarak dünya ile alay ediyorlar! Yine bu ne biçim bir barbarlık-tır ki, barbar denilen Müslümanlar zulme uğruyor, evlerin-den, yurtlarından kovuluyor, aç, bî ilaç, perişan halde kendi-lerini savunmaktan dahi aciz bir şekilde yapılan saldırılara dahi cevap veremiyorlar! Azerbaycan, Afganistan, Çeçenistan, Bosna-Hersek, Hindistan, Filistin, Filibinler vb. birçok ül-kede saldırganlar hep Hristiyandır, saldırılanlar ise istisnasız Müslümandır. Hristiyan dünyasının saldırganlığından rahat-sızlık duymayanlar, onların bu davranış bozukluklarının te-melinin neye dayandığının ortaya konmasından"Bizim inancımıza saldırılıyor" diyerek şikâyetçi oluyorlar. Bu, bir yerde "Biz size hertürlü saldırı hakkına sahibiz, ancak siz bizim sal-dırılarımıza cevap veremezsiniz, buna hakkınız yok, bize cevap vererek suç işliyorsunuz" demekten başka birşey değildir.


 Vatikan başta olmak üzere, bütün Hristiyan Kiliselerine sesleniyoruz: "Hristiyan-İslâm diyalogu senaryoları ile İslâm Dünyasının gözünü boyamaya çalışacağınıza, önce Bosna, Çeçenistan, Azerbaycan, Filistin vb. yerlerdeki katil dindaşla-rınıza ve yandaşlarınıza silahlarını bıraktırınız, oralardaki akan kanı durdurunuz, sonra bizi diyaloga çağırınız. Lütfen, bir yandan katillerin savaşı kazanmaları için takdis ayinleri düzenlerken, öbür yandan mağdurlara 'gelin anlaşalım' demeyin, buna kimseyi inandıramazsınız. Önce samimiyetinizi ispat edin sonra diyalog isteyin".
Günümüzde bütün İslâm Dünyası sinsi bir şekilde Hristi-yan kültürü tarafından kuşatılmıştır. Şeklen bağımsız görü-nen İslâm ülkelerinin büyük bir kısmı aslında bağımsız de-ğildir, bu ülkelerin politikaları Batılı Hristiyan odaklar tarafından yönlendirilmektedir. Hristiyan Batı Dünyası, İslâm ül-keleri ile adeta oynamakta ve her istediğini onlara yaptırmaktadır.


 Bu noktada özellikle bir hususu belirtmekte fayda vardır. İslâm Dünyasında Müslüman ülke ve milletlerin tek düşmanı sadece Yahudilermiş gibi gösterilmekte, Müslüman milletleri sözde uyandırmaya yönelik olarak yapılan bazı yayınlarda tek suçlunun sadece Siyonistler olduğu ileri sürülmektedir. Bu tür eserlerin bir kısmında bütün dünyayı Yahudilerin yö-nettiği, dünyadaki ABD ve Rusya gibi süper güçlerin de as-lında Yahudiler tarafından idare edildiği, Hristiyan Dünyası-nın Yahudilerin elinde esir olduğu şeklinde görüşlere yer ve-rilmektedir. Bu görüşe göre Hristiyanlar sütten çıkmış ak ka-şık misali masumdur, İslâm Dünyasının başına açılan gaile-lerde ve Müslümanlara yapılan zulümlerde Hristiyanlar suçlu değildir, aksine tek suçlu Yahudilerdir. Biz bu görüşe katılma-dığımızı belirtirken elbette "Yahudiler masumdur" demiyo-ruz, bize göre tek suçlu Yahudi değildir. İslâm Dünyasının başına açılan belâlarda en az Siyonistler kadar Haçlı ruhuna sahip olan Hristiyanlar da pay sahibidir ve ekleyerek şunu söylüyoruz: "Bugün Kudüs sadece Yahudi işgali altında değil-dir, orada görülmeyen bir Hristiyan işgali de sözkonusudur. Orta Doğu'ya ve bütün Asya'ya yönelik misyoner faliyetleri-nin merkezi Kudüstür, Dünyadaki bütün misyoner örgütleri-nin Kudüste merkezleri vardır". Asırlarca Kudüs'e gireme-yen Haçlı orduları İsrail'in arkasına saklanarak buraya girmiş-lerdir ve buradan dünyanın çeşitli yerlerine misyoner sevketmektedirler.


 Hristiyan Dünyasını Yahudilerin idare ettiği görüşüne karşı, İslâm Dünyasına saldırma konusunda Siyonistleri Hris-tiyan Batı Dünyasının kışkırttığı ve Siyonistleri Hristiyan Kiliselerinin yönettiği şeklinde bir görüşü de ortaya atmak mümkündür. Belki de Hristiyan Dünyası, İslâm ülkelerinde Yahudilerin tek düşman olduğunu belirten yayınların yapıl-masını gizlice desteklemekte, bu yolla İslâm ülkelerinde orta-ya çıkacak bütün tepkiyi Yahudiler üzerine çekerek kendileri-ne gelecek tepkilerden kurtulmakta ve kendi sömürü sistemi-ni rahatça yürütmektedir. Rakipler, İslâm Dünyasına iki kol-dan saldırırken ve İslâm Dünyası, savunmasını iki kola karşı yürütmek zorunda iken, Batının gizlice organize ettiği bu propaganda neticesinde savunma sadece tek cephede yapıl-makta ve Hristiyan cephesi terkedilmekte, dolayısı ile bu cep-hede Hristiyanlar kolayca galip gelmektedir. Müslüman mil-letler bu Haçlı cephesinde sürekli olarak kaybetmekte, fakat kime karşı nasıl kaybettiğini bir türlü anlayamamaktadır.


 ABD, İsrail ve Suudi Arabistan ilişkilerini dikkatle ince-lediğimiz zaman Hristiyan Dünyasının Siyonizm propagan-dası ile İslâm Dünyasını nasıl kandırdığını ve oyuna getirdi-ğini daha açık bir şekilde görürüz. Filistin'i İşgalinde dünyada İsrail'in en büyük destekçisi Amerika'dır. İsrail;'Araplarla sa-vaşırken en büyük yardımı bu ülkeden almıştır. İsrail'in Müs-lüman Araplara reva gördüğü her türlü zulüm ve işkence Amerika tarafından hoş karşılanmakta, hatta Birleşmiş Millet-lerde İsrail aleyhine alınan kararların uygulanmasını ABD ve-to hakkını kullanarak engellemektedir. Olayı dış yönü ile in-celediğimiz zaman bütün Arap Dünyasının, dolayısı ile Suudi Arabistan'ın, İsrail'in can düşmanı olduğunu görürüz. Ama Orta Doğuda İsrail'i ayakta tutan en büyük güç Amerika'nın, bölgedeki ikinci derecedeki müttefikinin de Suudi Arabistan olduğunu müşahede etmekteyiz. Amerika, bir yandan İsra-il'in bölgede devlet olarak ayakta kalmasını sağlarken, öbür yandan İsrail'in can düşmanı Suudi Aarabistan'in da savun-masını üstlenmekte ve sözümona onu Irak'a karşı korumak-tadır. Tabi ki Saddam tehlikesine karşı kendisini koruyanAmerika'ya karşı Suudiler borçlarını ödemekte, yeraltı ve ye-rüstü kaynaklarını ABD'nin emrine sunmaktan büyük mutluluk duymaktadır. Amerika, Suudi Arabistan'ı Saddam'a karşı koruduğu için Suudilerden aldığı dolarları Filistin'de Müslü-man Arapları insafsızca katleden İsrail'e, katliamlarıni daha iyi yapsın diye yardım olarak vermektedir. İsrail'in can dostu Amerika, İsrail'in can düşmanı Suudi Arabistanı niye koru-yor veya İsrail'in can düşmanı Suudi Arabistan! İsrail'in en yakın dostu Amerika'ya nasıl güveniyor ve onunla nasıl işbir-liği yapıyor? Bu oyunda bütün insiyatif, İsrail'in elinde midir? Komployu esas tezgaha koyan güç Amerika olamaz mı?


Gerek Körfez Krizinde ortaya çıkan tablo ve gerekse İran-Irak savaşında bütün Avrupa ülkelerinin aynı anda hem İran'a, hem de Irak'a silah ve mühimmat satması Hristiyan Batının, İslâm Dünyasına karşı masum olmadığını, İslâm ül-kelerini birbirine düşürmede tahrikçilik rolü oynadığını or-taya koymaktadır.


 Yukarda verdiğimiz birkaç örnek bile, dünyayı yönet-me hususunda Siyonistlerin yanlız olmadığını, enaz Siyonist-ler kadar Haçlı ruhunun da bu yönetimde etkili olduğunu or-taya koymaktadır. Hristiyan Dünyasının bu agressif tavrı ne-reden aldığını anlamak için Batılıların dinî durumlarını ve özellikle kutsal kitaplarını incelemek gerekir. Biz bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Batı'da İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışmalara bakılınca bizim araştırmamızın sadece gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu, Batı'da yazılanlar gibi belgelerin çarpıtılmadığı ve konunun tek yanlı olarak ele alınmadığı görülecektir.


 Kitabımızın 1991 yılında yapılan ilk baskısından, Hristi-yanlarla birlikte sözüm ona bazı Müslüman aydınların da ra-hatsız olduklarına şahit olduk. Bir kısmı üniversite mensubu olan ve uzun süre Bâtida kalmış olan bazı kişilere göre, İncilleri böylesine bir eleştiri süzgecinden geçirmeye hakkımız yoktur. Bu, inanç hürriyetine aykırı bir davranıştır. Aynı kişi-lere, Hristiyanların Türkiye'de yapmış oldukları propaganda faaliyetlerini anlattığımız zaman, olayı çok büyüttüğümüzü, Türklerin de Avrupa'da cami açtıklarını, buna karşılık Avru-palıların da Türkiye'de propaganda yapma haklarının oldu-ğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiayı ileri sürenlerin büyük bir kısmının Batıda eğitim gördüklerine, akademik çalışmalarının bir kısmını Batıda tamamladıklarına şahit olmaktayız. Şüphe-siz Batıda eğitim görmüş herkesin böyle düşündüğünü söyle-miyoruz. Batıda eğitim gördüğü halde manevi ve milli duy-guları güçlü, Batıya uydu olmamış birçok aydınımızın var ol-duğunu biliyoruz. Ancak Batı ülkelerine eğitim ve araştırma yapmak üzere giden aydınlarımızdan bir kısmının burada Hristiyan misyoner örgütlerinin eline düştüğünü de bilmekte-yiz. Maddi imkânsızlıklar yüzünden bu örgütlerin eline dü-şen bir kısım öğrencilerimiz, misyonerler tarafından sinsi bir şekilde denetlenmekte, kendi ülkeleri aleyhinde gizlice prog-ramlanmaktadırlar. Bu öğrencilerin büyük bir kısmı, bulundukları ülke lehine ve kendi ülkeleri aleyhine programlandık-larından dahi habersiz olarak, eğitim gördükleri ülkenin ve bu ülkenin dininin hizmetkârı olarak kendi ülkesine geri dön-mektedir. Batılılar kendi ülkelerine gelen bu öğrencileri adeta beyinlerinden iğdiş etmekte, onların Batı ve Hristiyanlık aley-hinde düşünemeyecek kadar fikir ve düşünce iktidarsızlığına uğramasını sağlamaktadırlar.

 Batı aleyhine fikir üretemeyecek kadar bu şekilde iktidar-sızlaştırdıkları insanların, kendi ülkelerinde önemli mevkile-re, özellikle devlet yönetiminin kilit noktalarına gelmesini sağlayan Batılılar, bir taşla iki kuş birden vurmakta, eğitim için ülkelerine gelen bu insanları bir yandan kendilerine bağ-larken, öbür yandan bu kişiler vasıtası ile onların ülkelerini kendilerine sömürge haline getirmektedirler. Tabi ki çoğunluğu sömürge aydını mantığına sahip olan bu insanların, Hristiyan-lığın ve incillerin içyüzünü anlatan bir kitaptan rahatsızlık duyma-maları mümkün değildir. Bu tür bir kitaptan rahatsızlık duyma-maları onların yetiştirilme ve programlanma amaçlarına aykırıdır.


 1995 yılı içinde İngiltere Hükümeti Başbakanının Bosna-Hersek ile ilgili olarak söylemiş olduğu sözler İslâm Dünyasının, özellikle Türkiye'nin gözlerini açacak ve körü körüne Batının emrine âmâde insanları uyandıracak mahiyettedir. John Major'a göre "Avrupa'nın göbeğinde (Bosna'da) Müslüman bir ülkenin var olması Batı kültü-rü ve Hristiyan Dünyası için büyük bir tehlikedir, dolayısı ile böyle bir devletin kurulmasına müsade edilmemelidir. Sırplar tarafından Bosna'da yapılan katliama müdahele edilmemeli ve Bosna parça-lanmalıdır". Majör bu görüşünü açıkladıktan sonra, Sırpların yaptı-ğı katliama Müslüman ülkelerin müdahele etmeleri konusunda en-dişe etmeye gerek olmadığını, zira bu devletlerin yöneticilerinin büyük bir çoğunluğunun kendi kontrolleri altında olduğunu ve kendileri (Batılı liderler) istemediği sürece onların Bosna'ya müda-hele edemeyeceklerini tevile imkân bırakmayacak açıklıkta ifade etmiştir. Major'un bahsettiği kontrol altında olan ve her işi Batı'dan izin alarak yapmaya alışan liderler, biraz önce bahsettiğimiz müs-temleke aydınlarıdır, bunların herşeyi Batı'ya endekslidir. Bunlar Batı menfaatleri gerektirdiği zaman bir İslâm devleti ile dahi sava-şa girilebilirler, ama kendi ülkelerinin yararına olsa bile Batı'ya, Hristiyan Dünyasına karşı asla savaşamazlar. Bu mantıkla hareket eden insanların Hristiyan Batı Dünyasının hoşuna gitmeyecek bir kitabın yayınlanmasından rahatsız olmamaları mümkün değildir. Kendilerine "aydın" unvanını veren bu kişilerin, Batı'nin menfaat-lerini koruma konusunda fanatiklik derecesinde yobazlaşıp bağ-nazlaştıklarım görürüz.

 Bosna konusunda Batı'nın çifte standardını anlayamayanların uyanması için Çeçenistan'da meydana gelen olaylar bir fırsattır. Rus şovenizminin ve barbarlığının Müslüman Çeçenleri yok edişi ve Batlı liderlerin hadiseyi görmezlikten gelişi bile bu insanları Bati konusunda uyaramıyorsa bunlara ne söylenebilir! Rus zul-münden kurtulmak isteyen bir milyonluk Çeçen halkının, 150 milyonluk Hristiyan Slav kitle tarafından imha edilemeyişi karşısında şaşkına dönen Batılı liderler, Rus yetkililere "Daha ne duruyorsunuz, bitirin artık şu işi de dünyaya rezil olma-yın" demekte ve Rusların Çeçenleri imha edebilmesi için onlara her türlü yardımı yapmaktadırlar.

İslâm Dünyasında ve ülkemizde mevcut olan müstemleke aydınlarını gaflet uykusundan uyandırabilecek son bir örnek de Türk bayrağındaki ayyıldızın bayrağımızdan çıkarılmak is-tenmesidir. Avrupa Topluluğuna katılmak için canla başla ça-lışan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanına Batılı bir parla-menter, açık açık Türk bayrağındaki ayyıldızdan Batının ra-hatsız olduğunu, bayrağımızdan ayyıldızın çıkarılması halinde Avrupa Topluluğuna girişin çok kolaylaşacağını söylemiştir. Bu ifade, Batının Türkiye'yi Gümrük Birliğine veya Avrupa Topluluğuna almak istemeyişindeki temel gerekçeyi ortaya ko-yuyor. Türk bayrağında hilal bulundukça Batılının haçlılık da-marı kabaracak ve Türkiye'yi topluluğa almayacaktır.


 Kırım, Kafkasya, Azerbaycan vb. yerlerden gelen son ha-berler bütün İslâm Dünyası için ürküntü vericidir. Katolik, Protestan ve Ortodoks mezheplerine mensup Hristiyan misyo-nerler, bizim araştırdığımız ve içinde yüzlerce çelişki tesbit ettiğimiz İncilleri buralarda köy köy, kasaba kasaba dolaşarak propaganda etmekte, İslâmî bilgilerden yoksun insanları Hris-tiyanlığa davet etmektedirler. Bu misyonerler propaganda yaptıkları halkın fakirliğinden ve cahilliğinden de istifade ede-rek onları Hristiyanlaştırmaktadırlar. Hristiyanlığı kabul etme-leri halinde kendilerine maddi yardım yapılacağı, hatta Avru-pa'ya mülteci olarak götürülecekleri vadedilen bazı insanlar İslâmiyet hakkında da hiçbir şey bilmedikleri için maddi menfaat karşılığında Hristiyanlığı kabul etmektedirler. Bu vahim durum karşısında kitabımızın Ruscaya çevrilerek eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan Müslüman toplulukla-ra dağıtılması ve hile ile Hristiyanlaştırılmak istenen bu insan-ların uyarılması gerekli hale gelmiştir.


 Batı Dünyası için yukarda ileri sürmüş olduğumuz görüşler yüzünden, bazı kişilerin bizim, "Avrupa'ya savaş açalım" şeklinde bir çağrı yaptığımızı sanmalarını doğru bulmuyoruz. Dünya siyaseti neyi gerektiriyorsa o yapılmalı, devleti yöne-tenler temkinli davranmalı, hatta tenkide tabi tuttuğumuz Ba-tı'da bize yarayacak iyi ve güzel şeylerin hepsi hiç vakit geçi-rilmeden alınmalıdır. Ancak onların inançları ve inançların-dan kaynaklanan çifte standardlı davranışlarıni da bilmeli ve gerekli tedbirleri almalıyız.

 Kitabın birinci baskısından rahatsızlık duyan bir başka grup daha var ki, bu grup diğer iki gruptan çok daha farklıdır. Bu gruptaki kişiler Türkiye'deki bazı İlâhiyat Fakültelerinde öğretim elemanı olarak çalışan kimselerdir. Bunlardan bir kıs-mına göre biz, İncilleri tenkid ederken İncil Tefsirlerine bak-madan bu kitapları eleştirmişiz. Bunlar, belki kitabımızı tam olarak incelemediklerinden, belki de yabancı dil yetersizliğin-den dolayı araştırma esnasında faydalandığımız İngilizce İncil tefsir ve tarihlerini farkedememişlerdir. Kitabın bibliyograf-yasını dikkatle incelemiş olsalardı böyle bir tenkid yapmaya cesaret edemezlerdi.


 Kitaba eleştiri yönelten ikinci bir ilâhiyatçı grubuna göre kitabımız, apolojik bir eserdir ve İslâmiyeti savunmaya yöne-liktir, dolayısı ile bilimsel araştırma hüviyetinden mahrumdur. Onlara göre Türkiye'de bir üniversitede böyle bir kitabın ya-yınlanması büyük bir talihsizliktir, bu kitabın yayınlanması Avrupa Topluluğuna girmeye çalışan Türkiye'nin çabalarını olumsuz yönde etkileyecektir. Herşeyden önce bu kişiler, kullandıkları "apoloji" kelimesinin anlamını ya tam olarak bilmemekte veya kelimeyi kasıtlı olarak kullanmaktadırlar. Bir kita-bın apolojik olması için onun bir inancı savunması ve bu inan-ca karşı olan diğer inançları gözü kapalı olarak eleştirmesi ge-rekir. Bizim kitabımız herhangi bir inancı savunmamaktadır. Eğer biz araştırmamızda Kur'an-ı Kerim ile İncilleri karşılaştı-rıp, Kur'an-ı Kerimin İncillerden daha üstün bir kitap olduğu-nu söylese idik, Kur'anı savunduğumuzdan apoloji yapmış olurduk. (Böyle bir karşılaştırmanın yapılmasının gerekli oldu-ğuna da inanmaktayız). Halbuki biz sadece İncillerin senedi ve metni üzerinde bir çalışma yaptık. Kur'an-ı Kerim ve diğer İslâm kaynakları ile herhangi bir karşılaştırma yapmadan İn-cillerin senet ve metinleri üzerinde yapılan çalışma, peşin hü-kümle yapılmış bir çalışma değildir. İncillerde var olmayan hiçbir şeyi, (bazı müsteşriklerin Kur'an-ı Kerim üzerinde çalı-şırken yaptıkları şekilde) bu kitaplarda varmış gibi gösterme-dik. Eğer bu kitap apolojik bir kitap ise Nöldeke'nin, Goldzi-her'in, M. Watt'm vb. oryantalistlerin Kur'an-ı Kerim üzerinde yaptıkları bütün çalışmalar apolojik eserlerdir. Adı geçen Batılı bilim adamlarının eserlerini başucu kitabı gibi kullanan bu ki-şilerin, bizim kitabımıza apolojik eser demeleri, onların gerçek niyetlerini ortaya koyar. Bu kişiler, oryantalistlerin Kur'an-ı Kerime ve İslâma yönelttikleri tenkidleri aslı var mı, yok mu hiçbir araştırmaya tabi tutmadan olduğu gibi kabullenmekte ve kendileri sanki birer müsteşrikmiş gibi Batılı hocalarının yö-nelttikleri tenkidleri aynen İslâma yöneltmektedirler. Onlara göre herşeyi Batılılar bilir, onlar ne demişlerse bir hikmeti var-dır ve onların dediği mutlaka doğrudur.


Kitabın apolojik mahiyette olduğu, ilmî bir eser olmadığı şeklindeki iddialara karşılık, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulundan kitabın incelenmesini istemiş, Milli Güvenlik kurulu da akademisyenlerden kurulu bir jüriye kitabı
inceletmiş ve jüri kitabın bilimsel metodlarla hazırlanmış ilmî bir eser olduğu yolunda rapor vermiştir.


 Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı da yaptığı inceleme sonunda Lise ve dengi okullarda yürütül-mekte olan misyoner faaliyetlerine karşı, bu okulların öğrenci-lerine kitabı tavsiye etmiştir. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı da Yüksek Din İşleri Kuruluna kitabı inceletmiş ve bu inceleme sonunda Diyanet Yayinevlerinde kitabın satılması için karar-vermiştir. Ayrıca 1993 yılında Profesörlüğe yükseltilmemiz için oluşturulan Jüri dosyasına kitap "Başlıca Araştırma Eseri" olarak konmuş, beş kişiden oluşan jüri, eseri olumlu olarak de-ğerlendirmiş ve bizi Profesörlüğe yükseltmiştir.

Kitabın Birinci baskısının üzerinden beş yıla yakın bir sü-re geçmesi yüzünden, ikinci baskıda zorunlu olarak bazı ilâveler yapıldığı gibi, bazı çıkarmalar da yapılmıştır.
Araştırmanın başlangıç safhasında konuyu seçmeme yar-dımcı olan ve akademik çalışmalarımın her döneminde bana her zaman destek olan hocam merhum Prof. Dr. Hikmet Tan-yu'yu ikinci baskı vesilesi ile rahmetle anıyorum. Kitabın bi-rinci baskısının yapılmasından sonra ortaya çıkan dayanılmaz baskılar karşısında beni sonuna kadar destekleyen ve ikinci baskı için teşvik eden ve kısa bir süre önce elim bir trafik kaza-sında kaybettiğimiz muhterem ağabeyim, hocam merhum Prof. Dr. Günay Tümer beyi de minnet ve rahmetle anıyorum.





 5.1.1996 Prof. Dr. Şaban KUZGUN

KİTÂB-I MUKADDESTEN SEÇME ACAYİPLİKLER



KİTÂB-I MUKADDESTEN SEÇME ACAYİPLİKLER



Matta inciline göre Hz.İsa şöyle söylüyor :


 "Yeryüzünde selamet getirmeye geldiğimi sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır."

 Matta,10:34-35

Kitâb-ı Mukaddese göre Lût peygamber, kızları ile zina ediyor:

 "Lût Tsoar'dan çıkıp dağda oturdu,iki kızı da onunla be-raberdi.O ve iki kızı bir mağarada oturdular. Büyük kızı küçüğüne şöyle dedi: Babamız kocamıştır, bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için memlekette erkek yoktur, gel babamıza şarap içirelim ve babamızdan zürriyet yaşatmak için onunla yatalım. O gece babalarına şarap içirdiler, büyük kızı girip babası ile yattı ve onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Ertesi gün büyük kız küçüğüne dedi: Dün gece babamla yattım, bu gece de ona şarap içirelim ve babamızdan zürriyet yaşatmak için gir, onunla yat. O gece de babalarına şarap içirdiler, küçük kız kalkıp onunla yattı... Lut'un iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar."

 Tekvin, 10:30-36


 Luka İnciline göre Hz. İsa şöyle buyuruyor :

 "Eğer bir kimse bana gelir ve kendi anasına, babasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kız kardeşlerine, hatta ken-di canına buğzetmezse benim şakirdim olamaz."
Luka, 14:26 Yine Luka İnciline göre Hz.İsa şöyle diyor :
"Ben dünyaya ateş atmaya geldim, eğer şimdiden tutuş-muşsa daha ne isterim...Dünyaya selamet getirmeye mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeye geldim. Çünkü bundan sonra bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar."
Luka, 12:49-52


 Eski Ahide göre Davud (A.S.) şunları yapıyor :

 "Akşamleyin Davud yatağından kalktı ve evinin damı üzerinde geziniyordu, yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü, kadının bakılışı çok güzeldi. Davud kadın hakkında soruşturdu, biri onun Hitti Uriya'nin karısı ve Eliam'm kızı Bat-Şeba olduğunu söyledi. Davud ulaklar gönderip onu getirtti, kadın onun yanina geldi... Davud onunla yattı, kadın evine döndü ve kadın gebe kaldı ve Davud'a gebe kaldığını bildirdi... Davud Yoab'a mektup yazdı ve bu mektubu (Zina etmiş olduğu kadın Bat-Şeba'nin kocası) Uriya ile ona gönder-di. Mektupta, "Uriya'yı şiddetli cenkte ön diziye koyun ve onun yanından çekilin ki vurulsun da ölsün" diye yazdı. Yoab, şehri muhasara altında tutarken yiğit adamların bulunduğunu bildiği yere karşı Uriya'yı koydu. Şehrin adamları Yoab'la cenk ettiler, kavimden, Davud'un kullarından düşenler oldu. Hitti Uriya da öldü... Uriya'nin karısı kocasının öldüğünü işit-ti...Yası geçince Davud gönderip onu evine aldı.."

II. .Samuel, l1: 2-27


İncillere göre Hz.İsa, babası ölen öğrenciye şöyle diyor :

 "Şakirtlerden bir başkası İsa'ya dedi: Ya rab bana izin ver, önce gideyim ve babamı gömeyim, fakat İsa ona dedi: Benim ardımca gel, ölüleri bırak, kendi ölülerini gömsünler,"

 Matta, 8:21-22


Hz. İsa, Havarilerine şöyle hakaret ediyor : "Ey İmansız nesil! Ne vakte kadar size dayanacağım."

 Markos, 9:19

 Eski Ahide göre Hz.Yakub'un oğlu Yehuda, gelini ile
zina ediyor:

»"Yehuda ilk oğlu Er için bir karı aldı ve onun adı Tamar'dı. Yehuda'nin oğlu Er rabbin gözünde kötü idi ve rab onu öldürdü...Yehuda dostu Adullam'lı Hira ile Timnat'a, sürüsünü kırkanlarin yanina çıktı. Tamar'a (Yehuda'nin dul gelini) işte kaynatan sürüsünü kırkmak için Timnat'a çıkıyor diye bildirildi. O da üzerinden dulluk esvabını çıkardı, peçesi ile örtündü ve Timnat yolu üzerinde olan Enaim kapısında sarınıp oturdu... Yehuda onu orada görünce kendisini kötü kadın zannetti, çünkü yüzünü kapamıştı. Yolda onun yanina inip dedi : Rica ederim gel senin yanina gireyim; çünkü onun kendi gelini olduğunu bilmedi. Tamar dedi: Yanıma girmek için bana ne verirsin? Ve o dedi: Sürüden bir oğlak gönderirim. Tamar dedi: Onu gönderinceye kadar bir rehin verir misin? Yehuda dedi: Ne vereyim? Tamar dedi: Mühürünü, kaytanını ve elindeki değneğini. Yehuda onları ona verip yanina girdi... Üç ay kadar sonra Yehuda'ya: Gelinin Tamar zina etmiştir ve o bu zina ile gebe kalmıştır diye bildirildi. Yehuda dedi: Onu çıkarın, yakılsın. Tamar dışarı çıkarıldığı zaman: Bu şeyler kiminse ben bu adamdan gebe kaldım diyerek rehinleri kaynatasına gönderdi ve dedi: Bak mühür, kaytanlar ve değ-nek kimindir? Yehuda onları tanıdı...

Tekvin, 38:6-26


 Yeni Ahide göre Pavlos kötü insanların ve günahkârların öldürülmeleri gerektiğini şu sözlerle açıklıyor :

 "Bütün haksızlık, kötülük, tamah, şerirlik ile dolmuş olarak haset, katil, niza, hile, huysuzluk ile dolu, kötülük söyleyenler, zemmamlar, Alla'ın menfurları, küstah, kibirli, övünücü, kötü şeyler mucidi, anaya babaya itaatsiz, anlayışsız, sözünde durmaz, tabiî sevgiden mahrum, merhametsizdirler. Bu gibi şeyleri işleyenler ölüme müstehaktırlar."

 Romalılara Mektup, 1:29-32


 Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, hayvanlara sopa ile saldırıyor:
"Yahudilerin fıshı yakındı, İsa Yaruşalim'e çıktı. Mabette sığır, koyun ve güvercin satanlar ile sarrafları oturmakta buldu. İplerden bir kırpaç yapıp hepsini, koyunları da sığırları da mabetten kovdu, sarrafların paralarını döktü ve masalarını devirdi."

 Yuhanna, 2:13-15


 Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, insanlara şöyle hakaret ediyor:

 "Neden söylediğimi anlamıyorsunuz? Çünkü benim sözümü dinlemiyorsunuz. Siz babanız iblistensiniz ve babanı-zın heveslerini yapmak istiyorsunuz."

 Yuhanna, 8:43-44


 Kitâb-ı Mukaddeste Pavlos, insanları yine şöyle tarif ediyor. "Bunu bil ki, son günlerde çetin anlar gelecektir. Çünkü insanlar, kendilerini seven, parayı seven, övünücü, mağrur, küfürbaz, ana babaya itaatsiz, nankör, murdar, şefkatsiz, amansız iftiracı, nefsine mağlup, azgın, iyilik düşmanı, hain, inatçı, kibirli, zevki Allah'tan ziyade seven, takva suretini gösterip onun kuvvetini inkâr edenler olacaklardır. Bunlardan da yüz çevir."

 Timoteos'a II. Mektup, 3:1-5


 Eski Ahide göre Hz.Ibrahim, oğlu İshak'a Kenanlı bir kız alınmasını istememekte ve şöyle demektedir :

 "İbrahim.... kölesine dedi: Rica ederim elini uyluğunun altına koy ve göklerin Allah'ı rabbin hakkı için sana yemin verdiririm ki, içinde oturmakta olduğun Kenanlılarin kızların-dan oğluma kadın almayacaksın; fakat benim memleketime ve akrabalarıma gideceksin ve oğlum İshak için bir kadın ala-caksın."

 Tekvin, 24:2-4


 Eski Ahide göre Hz.İshak da oğlu Yakub'a Kenanlı kız-larla evlenmemesini şöyle tenbih ediyor :
"İshak Yakub'u çağırdı ve onu mübarek kıldı, tenbih edip ona dedi : Kenanlı kızlardan kadın almayacaksın. Kalk Paddan-Aram'a, ananın babası Beutel'in evine git ve oradan ananın kardeşi Laban'in kızlarından kendine kadın al."

 Tekvin, 28:1-2


 Matta İnciline göre Hz. İsa, Kenanlıları köpek olarak şöyle tasvir etmektedir:

 "İsa oradan çıkıp Sur ve Sayda taraflarına çekildi. İşte Kenanlı bir kadın o sınırlardan geldi ve 'Ya rab bana merhamet eyle sen ey Davud oğlu! Kızım kötü bir şekilde cine tutulmuş-tur' diye bağırdı. Fakat İsa ona bir söz cevap vermedi. Şakirtleri gelip 'Onu uzaklaştır, çünkü arkamızdan bağırıyor' diyerek İsa'ya yalvardılar İsa cevap verip dedi: Ben İsrail evinin kay-bolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim. Fakat kadın geldi ve 'Ya rab bana yardım et' diye ona tapındı. İsa cevap verip dedi: Çocukların ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi değildir. Fakat kadın dedi: Evet ya rab, zira köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntılardan yerler."

 Matta, 15:21-27



İncillere göre Hz.İsa, İsrail ırkından olmayanları şöyle tahkir ediyor:

 "Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın ki, onları ayakları altında çiğneme-sinler."

 Matta, 7: 6


İncillere göre Hz. İsa şu sözlerle ırkçılık yapıyor :

 "İsa bu Onikileri gönderdi ve onlara emrederek dedi: Milletlerin yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarına gidin."

 Matta, 10:5-6


 Yeni Ahid şu sözlerle köleliği meşrulaştırarak kölelerin efendilerine itaat etmelerini emrediyor :
"Boyunduruk altında olan kulların hepsi kendi efendile-rini tam hürmete layık saysınlar, ta ki, Allah'ın ismine ve talime küfrolunmasin ve iman etmiş efendileri olanlar, kardeş oldukları için onları hor görmesinler, fakat daha ziyade hizmet etsinler; çünkü bu hizmetten istifade edenler iman eyliyen sevgililerdir."

 Timoteos'a I. Mektup, 6:1-2


 Yine Yeni Ahide göre kölelik şu şekilde değerlendiriliyor :

 "Ey hizmetçiler, efendilerinize, yalnız iyilere ve müla-yimlere değil, fakat ters huylu olanlara da tam korku ile itaat edin. Çünkü eğer birisi haksız yere elem çekerek Allah'a karşı vicdandan ötürü hüzünlere dayanırsa bu makbuldür... İyilik işleyerek elem çekip sabrederseniz, Allah nezdinde bu mak-buldür."

 Petrus'un I. Mektubu, 2:18-20


 Yeni Ahide göre köleler ve zayıflar mutlak itaat etmelidirler :

 "Reislere ve hükümetlere tabi olmayı, itaat etmeyi... onlara ihtar et."

 Titus'a Mektup, 3:1-2


 Eski Ahide göre Hz. Musa, Mısır'dan çıkarken Yahudile-re, Mısırlıların mallarını çalmalarını şöyle tavsiye etmiştir:

 "Mısır'dan gittiğiniz zaman eli boş gitmeyeceksiniz, fakat her kadın komşusundan ve evinde olan misafirden gümüş şeyler, altın şeyler ve esvaplar isteyecek, oğullarınızı, kızlarını-zı onlarla süsleyeceksiniz ve Mısırlıları soyacaksınız."

 Çıkış, 3:21-22



 Eski Ahidde hırsızlığın yanısıra faizcilik de şöyle tavsiye edilmektedir:
"Para faizi olsun, zahire faizi olsun, yahut ödünç verilen her şeyin faizi olsun, faizle kardeşine ödünç vermeyeceksin. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin."

 Tesniye, 23:19-20


 Eski Ahidde hak ve hukuk anlayışı şöyle dile getiriliyor :

 "Komşunun bağına girdiğin zaman canının istediği gibi doyuncaya kadar üzüm yiyebilirsin, fakat kabına koymaya-caksın, komşunun ekinine girdiğin zaman elinle başakları ko-parabilirsin, fakat komşunun ekinine orak salmıyacaksm."

 Tesniye, 23:24-25


İncillere göre Hz. İsa mucize göstererek suyu şaraba çeviriyor:

 "Galile'nin Kana şehrinde düğün oldu; İsa'nın anası da orada idi.İsa ile şakirtleri de düğüne çağırıldı. Şarap eksilince İsa'nın anası ona dedi: Şarapları yok. İsa ona dedi: Kadın benden sana ne? Saatim daha gelmedi... İsa hizmetçilere dedi: Küpleri su ile doldurun ! Onları ağızlarına kadar doldurdular. Hizmetçilere dedi: Şimdi çıkarıp ziyafet reisine götürün. Onlar da götürdüler. Ziyafet reisi şarap olmuş suyu tattığı zaman, onun nereden olduğunu bilmiyordu."
Yuhanna, 2:1-9

 Eski Ahide göre ölmüş hayvan etini satmak caizdir:

 "Hiçbir leş yemiyeceksin, onu yesin diye şehirlerinde olan garibe verebilirsin, yahut yabancıya satabilirsin. Çünkü sen Allah' rabbe mukaddes bir kavimsin. Oğlağı anasının sütünde pişirme!"

 Tesniye, 14:21


 Yeni Ahidde şarap içmek şöyle teşvik ediliyor :

 "Artık yanlız su içme ! Miden ve sık sık gelen rahatsızlık-ların için biraz da şarap iç !"

 Timoteos'a I. Mektup, 5:23


İncillere göre Hz. İsa tükürükle hasta tedavi ediyor :

 "Bu şeyleri söyledikten sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı, çamuru onun gözüne sürdü ve ona dedi: Git, Siloam havuzunda yıkan! O da gidip yıkandı ve görmekte olarak geldi,"

 Yuhanna,9:6-7


İncillere göre Hz. İsa Havarilerin ayaklarını siliyor :

 "İsa yemekten kalkıp esvabını bir yana koydu ve bir peşkir alıp kuşandı. Sonra leğene su koyup şakirtlerin ayakla-rını yıkamaya ve kuşandığı peşkirle onların ayaklarını silmeye başladı."

Yuhanna, 13:4-5


 İncillerde Hz. İsa'nın laubali tavırları şöyle sergileniyor:

 "Şakirtlerden biri sofrada İsa'nın bağrına yaslanmıştı. İsa onu severdi...."

 Yuhanna, 13:23


İncillerde Hz.İsa'nin lâubaliliği sadece erkeklere karşı değildir, o kadınlara karşı da laubali ve çok samimî görülüyor:

 "Şehirde bulunan bir kadın, bir günahkâr kadın, İsa'nın Ferrisinin evinde sofrada olduğunu öğrenince, bir ak mermer kapta değerli yağ getirip onun ayaklarının yanında arkada durdu, ağlıyarak ayaklarını gözyaşları ile ıslatmaya başladı ve başının saçları ile ayaklarını sildi ve öptü ve değerli yağ ile meshetti. İsa'yı evine çağıran Ferrisi, bunu görünce içinden de-di: Bu adam peygamber olsaydı kendisine dokunan kimdir ve ne çeşit bir kadındır bilirdi... İsa kadına dönerek Simun'a dedi: Bu kadıni görüyormusun? Senin evine girdim, ayaklarım için bana su vermedin; fakat o benim ayaklarımı gözyaşları ile ıslattı, saçları ile sildi. Sen bana bir öpüş vermedin, fakat o, geldiğinden beri ayaklarımı durmadan öptü."

 Luka, 7:37-45



 Markos İnciline göre Hz.İsa Rüzgar ve fırtınayı şöyle azarlıyor:

 "Büyük bir kasırga oldu, kayığa dalgalar saldırdı, o derece ki, artık kayık doluyordu. O ise kıçta olup yüz yastığı üzerin-de uyuyordu. Onlar kendisini uyandırıp dediler: Muallim, helâk olmamıza aldırış etmiyor musun? O da uyanıp yeli azarladı ve denize 'sus' dedi, yel dindi."

 Markos, 4:37-39


İncillere göre Hz.İsa, kendini ayyaş ve obur olarak şu şekilde takdim ediyor :

 "İmdi bu neslin insanlarını neye benzeteyim? Ve neye benzerler? Çarşı meydanında oturan çocuklara benzerler ki, 'Biz size kaval çaldık siz oynamadıniz; biz yas tuttuk siz ağla-madınız' diye birbirlerine çağırırlar. Zira vaftizci Yahya ekmek yemiyerek ve şarap içmeyerek gelmiştir, onda cin var diyorsu-nuz. İnsanoğlu yiyerek ve içerek gelmiştir. İşte, obur ve ayyaş adam, mültezimlerin ve günahkârların dostu diyorsunuz."

 Luka,7:31-34


 Yeni Ahid dul kadınlar hakkında şu aşağılayıcı tabirleri kullanıyor:

 "İyi işler için hakkında şehadet olunan, bir erkeğin karısı olup altmış yaşından aşağı olmayan dul kadın, eğer çocuklar büyütmüş, eğer misafir kabul etmiş, eğer mukaddeslerin ayaklarını yıkamış, eğer sıkıntıda olanlara yardım etmiş, eğer her iyi işin ardınca gitmişse kaydolsun. Fakat daha genç dul kadınları reddet. Çünkü Mesih'e muhalif olarak nefsanî hevslerine düştükleri zaman evlenmek isterler... Bununla bera-ber evleri gezerek aylak olmayı da öğrenirler, ancak yalnız aylak değil, fakat üzerlerine düşmeyen şeyleri söyleyerek başkalarının işlerine karışan boşboğaz olurlar."

 Timoteos'a I. Mektup, 5:9-15


İncillere göre Hz.lsa, evlenmemeyi, hatta erkeklerin kendilerini hadım etmelerini şöyle teşvik ediyor :
" Ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder. Şakirtler İsa'ya dediler: Eğer erkeğin karısı ile hali böyle ise evlenmek iyi değil, fakat İsa onlara dedi: Bütün insanlar bu sözü kabul edemez, ancak kendilerine verilmiş olanlar kabul edebilir, çünkü anadan doğma hadım vardır ve insanlar tarafından yapılmış hadım vardır, göklerin melekûtu uğrunda kendilerini hadım edenlere de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin."

 Matta, 19: 9-12


 Yeni Ahide göre Pavlos kadınlardan uzak durmayı şu pasajla telkin ediyor:
"İmdi yazdığımız şeylere gelince: Adam için kadına dokunmamak daha iyidir."

 Korintoslulara LMektup, 7:1


 Bir diğer pasajda Pavlos kendi bekarlığını örnek olarak göstermekte ve şöyle demektedir:
"Evlenmemişlere ve dul kadınlara diyorum: Benim gibi kalsalar onlar için iyidir."

 Korintoslulara I Mektup,7:8


 Bir başka pasajda Pavlos, bekârların kendilerini eşleri ye-rine Allah'a adamaları yüzünden daha kârlı çıkacaklarını şu şekilde açıklamaktadır:

 "Kızlar hakkında rabden emrim yoktur, fakat itimada layık olmak için rab tarafından merhamete nail olmuş bir adam olarak rey veriyorum... İnsanın olduğu gibi kalması iyidir. Kadına bağlımısın? Çözülmeyi arama; kadından çözülmüş-müsün? Kadını arama. Fakat evlenirsen günah etmezsin, eğer bir kız evlenirse günah etmez. Fakat böyle kimselerin bedende sıkıntısı olacaktır. Ben sizi esirgiyorum. Ey kardeşler!.. vakit kısalmıştır, bundan böyle karıları olanlar, karıları yok gibi, ağlayanlar, ağlamıyor gibi... olsunlar. Çünkü bu dünyanın heyeti geçiyor... Evlenmemiş adam, nasıl rabbi hoşnut etsin diye rabbin şeyleri için kaygı çeker; fakat evlenmiş adam nasıl karısını hoşnut etsin diye dünya işleri için kaygı çeker... Evlenmemiş olan kadın ve kız hem bedence, hemde ruhça mu-kaddes olsun diye rabbin şeyleri için kaygı çeker; fakat ev-lenmiş nasıl kocasını hoşnut etsin diye...kaygı çeker...Kendi kızını evlendiren iyi eder ve evlendirmeyen daha iyi eder."

 Korintoslulara I. Mektup, 7:25-38


İncillere göre eli ile günah işleyen elini, ayağı ile günah işleyen ayağını kesmeli, gözü ile günah işleyen ise gö-zünü çıkarmalıdır:

 "Eğer elin sürçmene sebep olursa onu kes; senin için hayata çolak olarak girmek, iki elin olarak cehenneme, sönmez ateşe atılmaktan daha iyidir. Eğer ayağın sürçmene sebep olursa onu kes; senin için topal olarak hayata girmek, iki ayağın olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir. Eğer gözün sürçmene sebep olursa onu çıkar; senin için bir gözün olarak Allah'ın melekûtuna girmek, iki gözün olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir."

 Markos, 9:43-47


İncillere göre Hz. İsa, öğrencilerinin temizlik kurallarına riayet etmemelerine aldırış etmemektedir :
"Ferrisiler ve Yaruşalim'den gelmiş olan bazı yazıcılar İsa'nın yanında toplandılar, onun öğrencilerinden bazılarının, murdar yani yıkanmamış ellerle ekmeklerini yemekte olduklarıni gördüler. Ferrisiler ve yazıcılar ona sordular: Öğrencilerin niçin ihtiyarların ananesine göre yürümüyorlar ve murdar ellerle ekmeklerini yiyorlar? Onlara dedi... İnsana dışardan her ne girerse onu kirletemez... İnsandan çıkan şeydir ki insanı kirletir."

 Markos, 7:1-23



İncillere göre Hz. İsa, ağaçları lanetleyerek kurutuyor:

 "Ertesi gün Beytanya'dan çıktıkları zaman İsa acıktı. Uzakta yapraklı bir incir ağacı görüp belki onda bir şey bulurum diye geldi, yanina varınca üzerindeki yapraklarından başka birşey bulamadı; çünkü incir mevsimi değildi. İsa cevap verip ona dedi: Artık hiç kimse senden ebediyyen meyve yemesin... Sabahleyin, yanından geçerken incir ağacını kökünden kurumuş gördüler."

 Markos, l1:12-20


 Eski Ahidde küfürlü ifadeler şu şekilde yer almaktadır:
"Sen çok oynaşlarla fahişelik ettin, yine de bana dön! Rab diyor: Çıplak tepelere gözlerini kaldır bak, seninle nerede yatmadılar? Sen onlar için çöldeki bedevi gibi yolların kenarın-da oturdun, zinalarınla ve kötülüğünle diyarı murdar ettin."

 Yeremya, 3:1-2


 Sen güzelliğine güvendin ve şöhretin yüzünden fahişelik ettin, yoldan geçen her adamın üzerine fahişeliklerini dök-tün..kendine renk renk yüksek tepeler yaptın ve onların üzerine fahişelik ettin... bütün mekruh şeylerinde ve fahişelik-lerinde gençliğin günlerini aramadın...Yoldan geçen her ada-ma ayaklarını açtın ve fahişeliklerini arttırdin. Bol etli komşuların Mısır oğulları ile fahişelik ettin ve beni öfkelendir-mek için fahişeliğini arttırdin... Asur oğulları ile de fahişelik ettin, çünkü doymuyordun, onlarla da fahişelik ettin, yine doymadın... Kildanilerin diyarına kadar fahişeliğini arttırdin, yine bununla da doymadın.. Zina eden, kocasının yerine ya-bancılar alan bir karısın. Bütün fahişelere hediyeler verirler, fakat sen bütün oynaşlarına hediyeler veriyorsun, fahişelikle-rin için her yandan sana gelsinler diye onlara rüşvet veriyor-sun. Fahişeliklerinde başka kadınlara benzemezsin, çünkü fahişelik etmek için kimse senin ardına düşmüyor."

 Hezekiel, 16:15-34


 "Zina ve eski şarapla yeni şarap, aklı alır... Çünkü zina ruhu onları saptırdı ve kendi Allahlarindan ayrılıp zina etti-ler... Kızlarınız, gelinleriniz zina ediyorlar, fahişelik ettikleri zaman gelinlerinizi cezalandırmayacağım... Ey İsrail! Sen zina etsen de bari Yehuda suçlu olmasın. Gılgala gelmeyin, Beyt-aven'e çıkmayın... Çünkü İsrail inatçı bir inek gibi inat etti."

 Hoşea,4 :11-14


 "Kavmim için kura attılar ve fahişenin ücreti olarak bir erkek çocuk verdiler, içki içsinler diye şarap bedeline bir kız sattılar...."

 Yoel,3:3


İncillere göre Hz.İsa tembelliği şöyle teşvik ediyor:

 "Size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için de kaygı çekmeyin."

 Matta,6: 25


 "İsa öğrencilerine dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat, yiyecekten; beden, giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın! Onlar ne ekerler, ne de biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları vardır, Allah onları besler, sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz? "

 Luka, 12:22-24


 "Yine size derim: Devenin iğne deliğinden geçmesi, zen-gin adamın Allah'ın melekûtuna girmesinden daha kolaydır."

 Matta, 19:24


 "Yer yüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve, pas yeyip bozar ve orada hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat kendinize gökte hazineler biriktirin ki, orada ne güve, ne de pas yeyip bozar ve hırsızlar orada ne delerler, ne de çalarlar."

 Matta, 6:19-20


 "Bunun için sizden her kim bütün varından böylece vazgeçmez ise benim şakirdim olamaz."

 Luka,14:33


 Yeni Ahide göre akılsız olmak, akıllı olmaktan daha iyi dir:

 "Allah hikmetlileri utandırmak için dünyanın akılsız şeylerini seçti, Allah kudretli şeyleri utandırmak için dünyanın zayıf şeylerini seçti."

 Korintoslulara I. Mektup, 1:27



 "Kimse kendi kendisini aldatmasın. Eğer bir kimse aranız-da bu dünyada kendisini hikmetli sayarsa, hikmetli olmak için akılsız olsun. Çünkü bu dünyanın hikmeti, Allah'ın indinde akılsızlıktır."

 Korintoslulara I. Mektup, 3:18-19


İncillere göre çarmıha gerildiği sırada Hz.îsa, Allah'a
şöyle isyan etmiştir:

 "Üçüncü saatti, onu haça gerdiler, onun üzerinde suç yaftası(etiketi): 'Yahudilerin kralı' diye yazılmıştı. Biri sağında, biri solunda iki haydudu onunla beraber haça gerdiler. Geçenler' Vay! sen ki mabedi yıkar, üç günde yaparsın, haçtan inerek kendini kurtar' diye başlarını sallayıp ona söverlerdi. Aynı saatlerde başkâhinler, yazıcılarla eğlenerek dediler: O, başkala-rını kurtardı, kendisini kurtaramıyor...Altıncı saat olunca, bütün yer üzerine dokuzuncu saate kadar bir karanlık çöktü. Dokuzuncu saatte İsa Yüksek sesle bağırdı : Eloi, Eloi ! Lama sabaktani, ki tercüme edildiğinde, 'Allah'ım, Allah'ım! Niçin beni bıraktın?' demektir."
Markos, 15:25-34